Giriş
Meşru müdafaa, Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yer alan bir hukuki kavramdır. Bu kavram, bir kişinin kendisine veya başkasına yöneltilen haksız bir saldırıyı def etmek amacıyla gösterdiği zorunlu tepkiyi ifade eder. Basitçe, meşru müdafaa, bir saldırı karşısında bireyin kendisini veya başkasını koruma hakkını temsil eder.
1. Meşru Müdafaanın Tanımı ve Kanuni Dayanağı
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında meşru müdafaa; “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanmıştır. Bu tanım, meşru müdafaayı sadece fiziksel saldırılara karşı bir tepki olarak ele almaz. Aynı zamanda hukuken meşru kabul edilen bir zorunluluk hali olarak da değerlendirir.
Kişi, gerek kendisine gerekse başkasına ait bir hakkı hedef alan bir saldırıya karşı koymalıdır. Bu saldırı gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi/tekrarı muhakkak olan bir saldırı olmalıdır. Saldırı ile eş zamanlı ve halin koşullarına göre orantılı biçimde karşı koyması, meşru müdafaa sınırları içinde kaldığı sürece ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.
2. TCK 25. Maddeye Göre Meşru Müdafaa
Türk Ceza Kanunu’nun 5237 sayılı versiyonunun 25. maddesinin 1. fıkrasında, meşru müdafaa hukuka uygunluk sebebi olarak düzenlenmiştir:
“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
Bu hükme göre, meşru müdafaanın uygulanabilir olması için, saldırının korunmaya değer nitelikte herhangi bir hakka yönelmiş olması yeterli görülmektedir. Bu hak, yaşam hakkı, vücut bütünlüğü, mülkiyet hakkı gibi temel haklar olabilir.
3. Meşru Müdafaanın Doktrinde Tanımı
Öğretideki Görüşler
Hukuk öğretisinde meşru müdafaa farklı akademisyenlerce şu şekillerde tanımlanmıştır:
- İzzet Özgenç: “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı def edecek ölçüde kuvvet kullanması.”
(Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, Ankara, 2006, s. 364) - Kayıhan İçel: “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki.”
(Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, İstanbul, 2014, s. 307) - Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç: “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi.”
(Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 697)
Bu tanımlar, meşru müdafaayı yalnızca cezadan kurtulma aracı değil, aynı zamanda bireyin doğal ve vazgeçilmez bir hakkı olarak değerlendirmektedir.
4.Meşru Müdafaanın Şartları
Meşru müdafaaya dayanılarak bir fiilin hukuka uygun sayılabilmesi için, bazı şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar iki ana başlık altında toplanabilir.
4.1. Saldırıya İlişkin Şartlar
a) Gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi muhakkak bir saldırı olmalıdır
Saldırının yalnızca olasılık dahilinde olması yeterli değildir. Hakkında meşru savunma yapılan saldırı, başlamış ya da başlaması kesin şekilde beklenen bir saldırı olmalıdır.
b) Saldırı haksız olmalıdır
Saldırının meşru bir yetkiye dayanması halinde meşru müdafaadan söz edilemez. Örneğin, bir polisin orantılı zor kullanması meşru müdafaa ile bertaraf edilemez.
c) Saldırı, korunması gereken bir hakka yönelik olmalıdır
Bu hak yaşam hakkı, beden dokunulmazlığı, mülkiyet gibi, bireyin sahip olduğu hukuken korunan her türlü hak olabilir.
d) Saldırı ve savunma eş zamanlı olmalıdır
Saldırı sona erdikten sonra gerçekleştirilen eylem artık meşru müdafaa değil, intikam olabilir. Bu nedenle, savunma anlık ve saldırıyla birlikte olmalıdır.
4.2. Savunmaya İlişkin Şartlar
a) Savunma zorunlu olmalıdır
Kişinin başka bir yolla kendisini ya da başkasını koruma imkânı varsa, meşru müdafaa hükümleri uygulanmaz. Savunmanın kaçınılmaz olması gerekir.
b) Savunma, saldırana karşı olmalıdır
Kişinin savunma amacıyla başka bir kişiye zarar vermesi hukuken kabul edilemez. Saldırı kimden geliyorsa, savunma da ona karşı yönelmelidir.
c) Savunma ile saldırı arasında orantı bulunmalıdır
Kullanılan savunma gücü, saldırının yoğunluğu ile orantılı olmalıdır. Küçük bir tehdit karşısında ölümcül güç kullanılması, meşru müdafaa sınırlarını aşar.
Yargıtay Uygulaması
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Tarih: 13.10.2015 Esas: 2013/1-808 Karar: 2015/314
“Sanığın, kendisine yönelen haksız saldırıya karşı, içinde bulunduğu korku ve telaşla sınırı aşarak ateş ettiği olayda; TCK’nın 27/2. maddesinde düzenlenen meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi hali gerçekleşmiştir.
Sanığın eylemi saldırıyı defetmeye yöneliktir, saldırganın etkisiz hale gelmesinden sonra eylemine devam etmemiştir. Failin ruhsal durumunun etkisiyle sınırı aştığı anlaşılmış olup, bu halde ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir.
Yerel mahkemenin, sanık hakkında mahkûmiyet kararı vermesi usul ve yasaya aykırıdır. Sanığın TCK 27/2 kapsamında ceza sorumluluğu bulunmamaktadır.”
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Tarih: 26.02.2008 Esas: 2007/1-281 Karar: 2008/37
“Meşru savunmada sınırın aşılması için;
- Korunabilecek bir hakkın bulunması,
- Saldırıya ilişkin koşulların varlığı,
- Savunmada ölçülülüğün savunma lehine ihlal edilerek sınırın aşılması,
- Bu sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş olması gerekir.
Olayda, sanığın içinde bulunduğu ruhsal durum göz önüne alındığında, meşru savunmanın sınırlarının, mazur görülebilecek bir heyecanla aşıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, sanığın eylemi meşru savunmada sınırın aşılması kapsamında değerlendirilmeli ve hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir.”
5.Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması: TCK m. 27
Ceza hukukunda “meşru müdafaa” (meşru savunma), hukuka aykırı bir saldırıya karşı bireyin kendi haklarını koruma hakkının hukuken tanındığı bir hukuka uygunluk sebebidir. Ancak bu hakkın kullanımında zorunluluk ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde davranılması beklenir. Bu ilkelerin aşılması durumunda, meşru müdafaa sınırlarının aşıldığı kabul edilir. Ceza sorumluluğuna ilişkin değerlendirme ise farklı bir hukuki düzleme taşınır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 27. maddesi, meşru savunma veya diğer hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın aşılması hâlini düzenlemektedir. Bu düzenleme, özellikle failin içinde bulunduğu ruhsal durumun ve olayın dinamiklerinin dikkate alınmasını sağlamaktadır.
5.1. TCK m. 27’nin Sistematik Konumu ve Hukuki Niteliği
TCK m. 27 şu şekildedir:
Madde 27 –
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlerin sınırlarının, kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle cezalandırılabiliyorsa, fail taksirli suçtan dolayı cezalandırılır.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması, mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmişse, faile ceza verilmez.
Bu hüküm iki ayrı durumu düzenlemektedir:
- Birinci fıkra, hukuka uygunluk sebebinin sınırlarının kast olmaksızın aşılması ve eylemin taksirle cezalandırılabilir olması hâlinde failin taksirli suçtan sorumlu tutulacağını öngörmektedir.
- İkinci fıkra ise sadece meşru savunma için geçerli. Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaş hâlinde gerçekleşmesi durumunda, failin ceza sorumluluğunun tamamen kaldırılmasını öngörmektedir.
Bu bağlamda TCK m. 27/2 hükmü, klasik anlamda bir hukuka uygunluk nedeni değildir. Daha çok, kusurluluğu kaldıran kişisel bir neden olarak değerlendirilir. Dolayısıyla, olayda bu şartlar mevcutsa, faile beraat kararı değil, ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilir (CMK m. 223/3-c).
5.2. Yargıtay Uygulamasında Meşru Müdafaada Sınırın Aşılması
Yargıtay, meşru müdafaa sınırının aşılması hâlinde failin ruhsal durumunu değerlendirir. Olayın ani gelişimini dikkate alarak TCK m. 27/2’yi sıkça uygulamaktadır. Aşağıda yer verilen içtihatlar, bu uygulamanın çarpıcı örneklerindendir:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu – 28.05.2013, E. 2012/1-1286, K. 2013/264
Bu kararda sanık, kendisine yönelen bıçaklı saldırıya karşı tabanca ile karşılık vermiştir. Yargıtay, somut olayda saldırının haksız olduğu, sanığın kaçma imkânının bulunmadığı ve olayın ani geliştiği gerekçesiyle meşru müdafaa şartlarının büyük ölçüde oluştuğunu belirtmiştir. Ancak savunmanın orantısız olduğunu da eklemiştir. Buna rağmen sanığın ruhsal durumu göz önüne alınarak TCK m. 27/2 kapsamında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği ifade edilmiştir:
“Sanığın, kendisine yönelen haksız saldırıya karşı içinde bulunduğu korku ve telaşla sınırı aşarak ateş ettiği, bu hâliyle TCK’nın 27/2. maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken mahkûmiyet kararı verilmesi isabetli değildir.”
Bu karar, orantılılık sınırının aşılması hâlinde failin ruh hali ve olayın ani gelişiminin dikkate alınması gerektiğini açıkça ortaya koyar.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu – 10.03.1998 tarihli karar (Yargıtay Kararları Dergisi, C. 24, s. 105)
“Sanığın, saldırıya uğradığı sırada başka bir çıkış yolu bulunmaması ve saldırganın güçlü olması nedeniyle elindeki bıçakla bir kez savunmada bulunması, olayın ani gelişimi göz önünde bulundurulduğunda, meşru müdafaa sınırlarının korku ve telaşla aşılmasıdır.”
Kararda, yalnızca fiziki eylem değil, olayın psikolojik ve çevresel boyutları da dikkate alınmış, failin içinde bulunduğu koşullar mazur görülebilir olarak değerlendirilmiştir.
Sonuç
Meşru müdafaa, ceza hukukunun bireye tanıdığı ve hukuk düzeninin bireysel hak ve özgürlükleri koruma işleviyle doğrudan ilintili en temel hukuka uygunluk nedenlerinden biridir. Ancak bu hakkın kullanımı; zorunluluk, orantılılık ve eş zamanlılık gibi temel ilkelerle sınırlanmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 25. ve özellikle 27. maddesi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik kararlarında bu çerçeve net olarak belirlenmiş, failin içinde bulunduğu ruhsal durumun (heyecan, korku, telaş) cezai sorumluluk açısından değerlendirilebileceği açıkça kabul edilmiştir.
Özellikle TCK m. 27/2 hükmü gereğince; meşru müdafaa sırasında sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaşla aşılması durumunda faile ceza verilmemesi gerektiği, içtihatlarla da pekiştirilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2013/1-808 E., 2015/314 K.; 2012/1-1286 E., 2013/264 K. gibi kararları bu doğrultudadır. Bu tür durumlarda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekmektedir.
Uygulamadaki Sorunlar
Ne var ki, uygulamada bu açık içtihada rağmen soruşturma aşamasında veya ilk derece mahkemelerinde TCK m. 27/2’nin gereği çoğu zaman yerine getirilmemektedir. Özellikle:
- Sanığın olay anındaki psikolojik durumuna ilişkin değerlendirme yapılmaksızın doğrudan kasten yaralama veya öldürme suçlamaları yöneltilmekte,
- Meşru müdafaa savunmaları yüzeysel gerekçelerle reddedilmekte,
- Hatta bazı dosyalarda soruşturma aşamasında hiç değerlendirilmeden iddianame düzenlenmekte,
- Failin başka seçeneği olup olmadığı somut olayın şartları ışığında değerlendirilmemekte,
ve nihayetinde fail hakkında ağır cezalara hükmedilmektedir.
Bu durum, hem TCK m. 27/2’nin normatif işlevinin yargısal uygulamada yeterince işletilemediğini, hem de ceza yargılamasının bireyin lehine yorum ilkesi (in dubio pro reo) ile bağdaşmadığını göstermektedir. Bu eksiklikler, hukuki güvencelerin zayıflamasına ve bireylerin meşru savunma hakkından çekinmesine yol açmaktadır.