GİRİŞ
Borç-alacak ilişkileri, bireyler arası özel hukuk ilişkilerinin ve ticari hayatın temel yapı taşlarından biridir. Kişiler, şirketler ve kurumlar arasındaki sözleşmeler, hizmet sunumları, satış işlemleri, kira ilişkileri, iş sözleşmeleri gibi çok çeşitli hukuki ilişki türleri zamanla çeşitli uyuşmazlıkları da beraberinde getirmektedir. Bu ilişkilerde taraflardan biri edimini (genellikle ödeme yükümlülüğünü) yerine getirmediğinde, diğer tarafın yani alacaklının hakkını aramak için başvurabileceği en temel yollardan biri alacak davasıdır.
Alacak davaları; para borcu, hizmet borcu, teslim taahhüdü gibi çeşitli türdeki borçların ödenmemesi veya eksik ifa edilmesi durumlarında açılır. Hem bireylerin hem de ticari işletmelerin en sık karşılaştığı dava türlerinden biri olan bu davalar, Türk özel hukuk sisteminde oldukça geniş bir uygulama alanına sahiptir. Alacak davası açmak, yalnızca mahkemeye başvurmakla sınırlı olmayıp; dava açılmadan önce delil temini, zamanaşımı kontrolü, ihtarname gönderilmesi ve gerektiğinde zorunlu arabuluculuk sürecinin yürütülmesi gibi ön hazırlıkları da içerir.
Bununla birlikte, alacak davası süreci usul kurallarına sıkı sıkıya bağlıdır. Hatalı mahkemede dava açılması, eksik delil sunulması ya da zamanaşımına uğramış bir alacak için dava ikame edilmesi gibi durumlar, hak kayıplarına yol açabilir. Özellikle ticari ve işçilik alacaklarında delil yönetimi ve ispat yükünün doğru belirlenmesi, davanın sonucunu doğrudan etkiler. Bu nedenle, alacak davaları teoride basit gibi görünse de uygulamada dikkatli ve stratejik bir hazırlık gerektirir.
1. Alacak Davası Nedir?
Hukuki ilişkilerde güven temel unsurdur. Ancak bazen güven boşa çıkar, verilen sözler tutulmaz ve “veresiye defteri” kapanmaz. İşte böyle durumlarda, hukukun devreye girme zamanı gelmiştir. Alacak davası, bir tarafın (alacaklının), diğer tarafın (borçlunun) üzerine düşeni yerine getirmediği iddiasıyla açtığı ve mahkemenin bu iddiayı değerlendirerek maddi bir edimi hükme bağladığı özel hukuk davasıdır.
Bu edim çoğu zaman bir para borcudur; ancak teslimat, hizmet sunumu veya belli bir malı üretme borcu da olabilir. Yani alacak davası, yalnızca ticari çekişmelere özgü bir dava türü değil, borç doğuran her türden özel hukuk ilişkisi için kullanılabilen genel ve esnek bir dava yoludur. Satış sözleşmesinden doğan bir bakiye borcu, kiralanan bir evde ödenmeyen son üç aylık kira, işçiye ödenmeyen fazla mesai ücreti ya da kusur sonucu ortaya çıkan zararlar… Tüm bu örnekler, aslında birer alacak ilişkisidir ve çoğu zaman dava konusu olabilir.
Unutulmamalıdır ki: Alacak davası yalnızca bir talep değil, aynı zamanda bir stratejidir. Alacağın ispatı, miktarının belirlenmesi, zamanaşımının aşılmaması ve doğru mahkemede açılması gibi birçok teknik ayrıntı, davanın kaderini belirler. Dolayısıyla bu dava türü, yalnızca “haklı” olanın değil, aynı zamanda “usule uygun hareket edenin” kazandığı bir mücadeledir.
2. ALACAK DAVASININ HUKUKİ DAYANAĞI
Alacak davaları, özel hukukta en yaygın dava türlerinden biri olmakla birlikte, oldukça geniş ve disiplinler arası bir normatif zemine dayanır. Bir borcun mahkeme aracılığıyla talep edilebilmesi için öncelikle bu borcun dayanağının açık ve hukuken geçerli olması gerekir. Bu bağlamda alacak davasının hukuki dayanakları, borç ilişkilerinin kaynağına, tarafların sıfatına, alacağın niteliğine ve çoğu zaman özel kanunlara göre değişiklik göstermektedir.
Bu bölümde, alacak davalarının başlıca dayandığı normatif kaynaklar olan Türk Borçlar Kanunu (TBK), Türk Ticaret Kanunu (TTK), İş Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ve bunlara ilişkin Yargıtay içtihatları ele alınacaktır.
2.1. Türk Borçlar Kanunu (TBK)
Alacak davasının temelini, Türk Borçlar Kanunu oluşturmaktadır. TBK’nın 1. maddesiyle birlikte, borç ilişkilerinin üç ana kaynağı belirtilmiştir:
- Sözleşmeden doğan borçlar (TBK m.1),
- Haksız fiilden doğan borçlar (TBK m.49),
- Sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlar (TBK m.77).
Bu üç temel kaynak, alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin türüne göre davaya uygulanacak hukuk kurallarını belirler.
Ayrıca TBK’nın 90 ve devamı maddelerinde borcun ifası, ifa imkânsızlığı, borçlu temerrüdü, tazminat ve sorumluluk halleri ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Dolayısıyla TBK, sadece borcun doğumunu değil, borcun yerine getirilmemesinin sonuçlarını da kapsamlı biçimde ele almaktadır.
🔹 Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/1638 E., 2021/6383 K.
“Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir.”
Bu karar, TBK’da düzenlenen muacceliyet ve temerrüt ilkeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, dava açma sürecinin doğru zamanda başlatılmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
2.2. Türk Ticaret Kanunu (TTK)
Taraflardan biri tacir sıfatına sahipse veya dava ticari bir işten kaynaklanıyorsa, devreye Türk Ticaret Kanunu girer. TTK; cari hesap ilişkileri, ticari satış, taşıma, komisyon, acentelik, sigorta gibi işlemlerde doğan alacaklar için uygulanır. Ticari alacak davalarında hem TBK hükümleri hem de TTK’daki özel hükümler birlikte değerlendirilir.
🔹 Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 2018/1431 E., 2019/2890 K.
“Tacir sıfatı taşıyan davalının, ticari defterleriyle iddiasını ispat etmesi mümkündür.”
Bu karar, ticari davalarda delil rejiminin farklılık arz ettiğini ve tacirin defterlerinin ispat aracı olarak kabul edilebileceğini göstermektedir.
2.3. İş Kanunu ve İş Hukuku Mevzuatı
Alacak davasının taraflarından biri işçi ve diğeri işverense; konu, işçilik alacakları kapsamında değerlendirilir. Bu tür davalarda 4857 sayılı İş Kanunu ve ilgili mevzuat devreye girer. İşçilik alacakları genellikle ücret, fazla mesai, yıllık izin, kıdem ve ihbar tazminatı gibi haklardan oluşur.
İş hukuku, alacak davaları bakımından önemli farklılıklar içerir. En dikkat çekici farklardan biri, ispat yükünün yer değiştirebilmesidir. Kural olarak iddia eden taraf ispatla yükümlüyken, işçilik alacaklarında işverenin bazı ödeme iddialarını ispat etmesi gerekir.
🔹 Yargıtay 9. HD, 2019/11523 E., 2020/3103 K.
“İşveren, işçiye ücret ödediğini yazılı belge ile ispatla yükümlüdür.”
Bu karar, işçilik alacaklarında delil yükünün işverene geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır.
2.4. Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.107 – Belirsiz Alacak Davası
2011 yılında yürürlüğe giren HMK ile birlikte hukuk sistemine kazandırılan belirsiz alacak davası (HMK m.107), alacağın dava tarihi itibariyle miktar olarak tam olarak belirlenemediği hâllerde devreye giren bir dava türüdür. Bu dava türü, alacaklının hem dava açma hakkını hem de zamanaşımına karşı korunmasını güvence altına alır.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, 2015/4101 E., 2015/18657 K.
“Belirsiz alacak davasında alacağın tamamına ilişkin zamanaşımı süresi kesilir.”
Aynı daire bir başka kararında da şöyle demektedir:
“HMK’nın 107. maddesi uyarınca açılan belirsiz alacak davasında, dava tarihi itibarıyla zamanaşımı süresi kesilir.” (Yargıtay 22. HD, 2016/11184 E., 2019/15834 K.)
Bu içtihatlar, özellikle işçilik ve ticari ilişkilerden doğan, hesaplanması teknik bilgi gerektiren davalarda büyük önem taşır.
2.5. Diğer Mevzuatlarda Yer Alan Hükümler
Bazı özel borç ilişkileri, farklı kanunlara tabi olabilir:
- Miras Hukuku: Mirasçıların terekeye ilişkin alacakları,
- Tüketici Kanunu: Ayıplı mal veya hizmetten kaynaklı iade alacakları,
- İcra ve İflas Kanunu: İflas masasındaki alacaklıların talepleri
gibi farklı alanlarda doğan alacak ilişkileri için özel hükümlere başvurulması gerekir.
3. ALACAK DAVASI AÇMA ŞARTLARI
Her dava türünde olduğu gibi, alacak davası açılabilmesi için de belirli maddi ve usulî koşulların sağlanmış olması gerekir. Bu şartlar yalnızca borcun varlığıyla sınırlı olmayıp, alacağın niteliği, muacceliyeti, taraflar arasındaki hukuki ilişki ve bazı hallerde başvurulması gereken ön yolları da kapsar. Aksi takdirde dava, usulden reddedilebilir veya hak düşürücü/ zamanaşımı itirazları nedeniyle sonuçsuz kalabilir.
Bu bölümde alacak davası açmanın temel koşulları açıklanmakta; ilgili Yargıtay kararları ile uygulamadaki önemine işaret edilmektedir.
3.1. Geçerli Bir Borç İlişkisinin Varlığı
Alacak davası açılabilmesi için, taraflar arasında hukuken geçerli bir borç ilişkisinin varlığı gereklidir. Bu ilişki;
- Sözleşmeden (örn. satış, kira, hizmet, eser sözleşmeleri),
- Haksız fiilden (örn. zarar tazmini),
- Sebepsiz zenginleşmeden (örn. yanlış havale, iade edilmemiş bedel)
- Ya da doğrudan kanundan
doğmuş olabilir. Davacı, alacağının dayandığı ilişkiyi ve bu ilişkinin kendisine bir edim (çoğunlukla para) ödenmesini gerektirdiğini açıkça ortaya koymalıdır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2018/1810 E., 2018/7934 K., T. 27.11.2018:
“Alacağın varlığı, davacı tarafından somut delillerle ispat edilmek zorundadır. Soyut iddialar alacak talebine dayanak teşkil etmez.”
3.2. Borcun Muaccel Olması
Alacak davası açılabilmesi için, borcun muaccel yani ödenebilir hale gelmiş olması gerekir. Vadesi henüz gelmemiş bir borç için dava açılamaz. Vade tarihi sözleşmeyle belirlenmişse bu tarih beklenmelidir; belirlenmemişse, TBK m.90 gereği borçlu temerrüde düşürülmelidir (örneğin ihtarname ile).
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 2015/15366 E., 2016/11442 K., T. 08.06.2016:
“Dava konusu alacağın, davanın açıldığı tarihte muaccel hale gelmiş olması, yargılamaya devam edilebilmesi için zorunludur.”
3.3. İspat Edilebilirlik ve Delil Hazırlığı
Davacı, talep ettiği alacağı ispatla yükümlüdür. Bu nedenle dava açılmadan önce delillerin eksiksiz şekilde toplanması büyük önem taşır. Yazılı sözleşme, fatura, dekont, tanık beyanı veya bilirkişi tespiti gibi araçlar, alacağın dayanağını ortaya koymak için kullanılır.
Yargıtay 11. HD, 2020/1847 E., 2021/2786 K., T. 11.03.2021:
“Borçlu olduğunu inkâr eden tarafa karşı, yazılı belge ile ispat şartı arandığı hallerde, delil yetersizliği davanın reddine sebep olur.”
3.4. Zamanaşımı Süresi ve Def’i Riski
Borçlu, alacağın zamanaşımına uğradığını ileri sürebilir. Zamanaşımı bir defi (itiraz) niteliğinde olduğu için hakim bunu kendiliğinden dikkate almaz. Ancak borçlu süresinde bu itirazı ileri sürerse dava reddedilir. Bu nedenle, dava açmadan önce alacağın hangi süre içinde talep edilebileceği dikkatle değerlendirilmelidir.
Bazı önemli zamanaşımı süreleri:
- Genel alacaklar: 10 yıl (TBK m.146),
- Ticari alacaklar: 5 yıl (TTK m.147),
- İşçilik alacakları: 5 yıl (İş K. ve YHGK kararları),
- Haksız fiil: 2 yıl (zararın öğrenilmesinden itibaren), her hâlükârda 10 yıl (TBK m.72).
Yargıtay 22. HD, 2015/4101 E., 2015/18657 K., T. 25.06.2015:
“Belirsiz alacak davasında, dava tarihinden itibaren tüm alacak için zamanaşımı kesilir. Dava konusu alacakların tamamı korunmuş olur.”
3.5. Zorunlu Arabuluculuk (Bazı Alacak Türlerinde)
İş hukukundan doğan alacaklar (ücret, fazla mesai, tazminat), bazı kira alacakları ve tüketici alacakları gibi bazı dava türlerinde, dava açmadan önce zorunlu arabuluculuğa başvurulması şarttır (7036 s. Kanun, m.3). Arabuluculuk başvurusu yapılmadan açılan davalar, dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilir.
Yargıtay 9. HD, 2020/7809 E., 2020/10394 K., T. 09.12.2020:
“Zorunlu arabuluculuk şartı yerine getirilmeden açılan davada, dava şartı yokluğu nedeniyle usulden ret kararı verilmesi hukuka uygundur.”
3.6. Dava Değerinin ve Harç Hesabının Doğru Yapılması
Talep edilen alacağın miktarı doğru hesaplanmalı ve buna göre harç yatırılmalıdır. Dava konusu değer yanlış belirlenirse, hem harç eksik yatırılır hem de mahkeme yanlış görevlendirilebilir.
Yargıtay 3. HD, 2016/16534 E., 2017/2154 K., T. 15.02.2017:
“Dava değeri doğru tespit edilmeden hüküm kurulamaz. Harç eksikliği giderilmeden yargılamaya devam edilemez.”
4. GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME
Bir alacak davasının hangi mahkemede açılacağı, usul hukuku bakımından en temel ve öncelikli meselelerden biridir. Yanlış mahkemede açılan dava usulden reddedilir ve hak arama süreci zaman kaybına uğrar. Bu nedenle, görev ve yetki kurallarının doğru belirlenmesi büyük önem taşır.
Bu bölümde, alacak davasında görevli ve yetkili mahkemenin nasıl tespit edileceği, farklı alacak türlerine göre hangi mahkemelerin devreye girdiği ve uygulamada karşılaşılan sorunlar ele alınmaktadır.
4.1. Görevli Mahkemenin Tespiti
Görevli mahkeme, alacağın niteliğine ve tarafların hukuki statüsüne göre belirlenir. Genel görev kuralı HMK m.2’de düzenlenmiştir.
a) Asliye Hukuk Mahkemeleri (Genel Görevli Mahkeme)
Kanunda özel bir düzenleme yoksa, her türlü alacak davası Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür.
HMK m.2/1: “Bu Kanun ve diğer kanunlar uyarınca sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu hâller dışında, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalar ile şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemesidir.”
b) İş Mahkemeleri
İş sözleşmesinden doğan ücret, fazla mesai, kıdem/ihbar tazminatı gibi işçilik alacaklarında görevli mahkeme İş Mahkemesi’dir.
7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu m.5: “Bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi alacakları ve tazminatları ile işe iade davalarına iş mahkemeleri bakar.”
Yargıtay 9. HD, 2020/1184 E., 2020/7825 K., T. 16.06.2020:
“İş sözleşmesinden kaynaklanan her türlü alacak için iş mahkemesi görevli olup, işçilik sıfatının tartışmalı olması bu görevi ortadan kaldırmaz.”
c) Asliye Ticaret Mahkemeleri
Eğer dava konusu alacak, taraflardan en az birinin tacir olduğu ve uyuşmazlığın ticari işten kaynaklandığı durumlarda, görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesi olur.
TTK m.5/1: “Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmadıkça, dava konusu edilen iş, her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgiliyse ticari dava sayılır.”
Yargıtay 11. HD, 2017/4023 E., 2019/8820 K., T. 24.10.2019:
“Taraflar arasında cari hesap ilişkisine dayalı olarak açılan alacak davası ticari dava niteliğinde olup, görevli mahkeme Asliye Ticaret Mahkemesidir.”
d) Sulh Hukuk Mahkemeleri
Nadiren de olsa, kira ilişkileri gibi bazı durumlarda sulh hukuk mahkemeleri görevli olabilir. Ancak bu genellikle tahliye ve ecrimisil gibi davalarla sınırlıdır. Alacak davası niteliğinde olan talepler çoğunlukla asliye hukuk mahkemelerinin görev alanına girer.
4.2. Yetkili Mahkemenin Tespiti
Yetki, hangi yer mahkemesinin davaya bakacağını belirler. Genel yetki kuralı HMK m.6 ile düzenlenmiştir:
HMK m.6: “Dava, davalının dava tarihindeki yerleşim yeri mahkemesinde açılır.”
Buna ek olarak bazı özel yetki kuralları da mevcuttur:
a) Sözleşmenin İfa Yeri Mahkemesi
Borç ilişkisinde sözleşmenin ifa edileceği yer, seçimlik yetki doğurur.
HMK m.10: “Sözleşmeden doğan davalarda, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesi de yetkilidir.”
Yargıtay 13. HD, 2016/21899 E., 2018/7572 K., T. 07.05.2018:
“İfa yeri olarak belirlenen adrese göre açılan davada, yetki kuralına uygunluk bulunduğundan yetki itirazının reddi gerekir.”
b) Haksız Fiil veya Sebepsiz Zenginleşme Durumları
Bu tür alacaklarda, fiilin işlendiği yer mahkemesi de yetkilidir (HMK m.16).
4.3. Yetki Sözleşmeleri
Taraflar aralarında yetki sözleşmesi yapmışsa ve bu sözleşme yazılıysa, taraflar yalnızca belirli bir yer mahkemesinde dava açmakla yükümlü olabilir. Bu tür sözleşmeler, ticari uyuşmazlıklarda sıkça görülür.
Yargıtay 15. HD, 2016/3506 E., 2017/4363 K., T. 02.05.2017:
“Taraflar arasında geçerli bir yetki sözleşmesi varsa, davanın bu mahkeme dışında açılması halinde yetki itirazı haklıdır.”
5. DELİLLER VE İSPAT YÜKÜ
Alacak davasında başarılı bir sonuca ulaşmak, çoğu zaman delil sisteminin etkin biçimde kullanılmasına bağlıdır. Zira, Türk hukuk sisteminde genel ispat kuralı gereği, iddia eden taraf iddiasını ispatla yükümlüdür. Alacak davasında bu taraf genellikle davacıdır.
İspat yükü, yalnızca borcun varlığını değil, aynı zamanda borcun miktarını ve muaccel hale geldiğini de kapsar. Bu nedenle alacak davası açmadan önce delil stratejisinin doğru planlanması, eksiksiz evrak dosyalanması ve gerektiğinde teknik raporların hazırlanması gerekir.
5.1. Alacak Davasında İspat Yükü
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesi, ispat yüküne ilişkin temel kuralı şöyle belirlemiştir:
“Taraflardan her biri, dayandığı vakıaların varlığını ispatla yükümlüdür.”
Bu kural uyarınca davacı, borç ilişkisinin varlığını ve borcun kendisine ait olduğunu ispatlamakla yükümlüdür. Eğer davacı bu ispatı gerçekleştiremezse, mahkeme davayı reddeder.
Yargıtay 13. HD, 2016/9489 E., 2017/11325 K., T. 06.07.2017:
“Davacı, borcun doğduğu hukuki ilişkiyi ve borcun kendisine ait olduğunu ispat edemediğinden, mahkemenin davayı reddetmesi isabetlidir.”
5.2. Delil Türleri
Alacak davalarında kullanılabilecek başlıca deliller şunlardır:
a) Yazılı Belgeler
- Sözleşmeler
- Fatura ve sevk irsaliyeleri
- Banka dekontları
- Makbuzlar
- Senet, çek, bono gibi kıymetli evraklar
Yargıtay 11. HD, 2017/1493 E., 2018/2372 K., T. 19.03.2018:
“Ticari alacak davasında, yazılı belgelerle desteklenmeyen iddialar, delil başlangıcı kabul edilemez.”
b) Tanık Beyanları
Sözleşmesiz borç ilişkilerinde veya yazılı belge bulunmayan durumlarda başvurulur. Ancak yazılı şekle tabi işlemlerde tanık dinlenmesine izin verilmez (HMK m.200).
c) Bilirkişi Raporu
Özellikle teknik hesaplamaların ya da ticari defter incelemelerinin gerektiği durumlarda bilirkişi raporu, alacağın miktarını tespit açısından belirleyicidir.
Yargıtay 3. HD, 2016/19384 E., 2018/4783 K., T. 19.04.2018:
“Davaya konu alacağın tespiti teknik inceleme gerektirdiğinden, bilirkişi incelemesi yapılmadan hüküm kurulması isabetsizdir.”
d) Karine ve Yemin
İspat yükü bazen yemin teklif edilerek veya yasal karineler aracılığıyla da yerine getirilebilir. Örneğin, iş hukukunda işçinin çalıştığı süre boyunca ücret almadığını ispatlaması gerekmez; işverenin ödemeyi belgeyle göstermesi gerekir.
Yargıtay 9. HD, 2019/11523 E., 2020/3103 K., T. 03.03.2020:
“İşveren, işçinin ücretini ödediğini yazılı belgeyle ispat etmek zorundadır. İspat edemediği takdirde ücretin ödenmediği kabul edilir.”
5.3. Delil Yokluğu ve İspat Güçlüğü
Yazılı delil yokluğu hâlinde davacı, delil başlangıcı niteliğinde bir belge sunmalı veya tanık deliline dayanmalıdır. Ancak alacak miktarına göre bazı belgeler “kesin delil” sayıldığından, tanıkla ispat mümkün olmayabilir (HMK m.200-201).
Özellikle küçük işletmeler, şahsi borç ilişkileri veya aile içi finansal ilişkilerde yazılı belge olmadan dava açıldığında ispat ciddi anlamda zorlaşabilir.
Yargıtay 13. HD, 2016/11091 E., 2017/14221 K., T. 26.10.2017:
“Davacının yazılı belge sunamaması hâlinde, tanık beyanları tek başına alacak miktarını ispat için yeterli değildir.”
5.4. İspat Yükünün Yer Değiştirdiği Haller
Kural olarak ispat yükü davacıdadır. Ancak bazı durumlarda bu yük karşı tarafa geçebilir. Bu hâller arasında en yaygın olanları:
- İş hukukunda işverenin ödeme yaptığını ispat yükü (Yargıtay 9. HD, 2020/3103 K.)
- Tüketici hukukunda malın ayıplı olmadığını ispat yükü
- Kefalet sözleşmelerinde yazılı şekil ispat yükü
Bu tür özel durumlarda, davalı taraf alacağın ödenmiş olduğunu, malın teslim edildiğini veya hizmetin ifa edildiğini belgeyle ortaya koymak zorundadır.
6. ALACAK DAVASI SÜRECİ
Alacak davası yalnızca dilekçe vermekle başlayıp sonuçlanan mekanik bir süreç değildir. Bu davalar, belirli usul kurallarına bağlı olarak ilerler ve ön inceleme, delil sunumu, tanık dinletme, bilirkişi incelemesi gibi teknik aşamalardan geçerek hükümle sonuçlanır.
Bu bölümde, alacak davasının tipik ilerleyişi adım adım açıklanmakta; her bir aşamada nelere dikkat edilmesi gerektiği örneklerle ele alınmaktadır.
6.1. Dava Dilekçesinin Hazırlanması ve Mahkemeye Sunulması
Dava süreci, davacının alacak talebini içeren bir dilekçe ile başlar. Bu dilekçede;
- Tarafların bilgileri,
- Alacağın dayanağı,
- Alacak miktarı (varsa faiz türü ve başlangıç tarihi),
- Delil listesi,
- Hukuki nedenler
eksiksiz yer almalıdır. Belirsiz alacak davası açılıyorsa, bu husus açıkça belirtilmeli; “alacak miktarının yargılama sırasında tespit edilmek üzere artırılacağı” beyan edilmelidir.
Yargıtay 22. HD, 2015/4101 E., 2015/18657 K., T. 25.06.2015:
“Belirsiz alacak davası açılması hâlinde, HMK m.107’ye göre dava tarihinde zamanaşımı kesilir. Dava değerinin sonradan ıslahla artırılması mümkündür.”
6.2. Cevap Dilekçesi ve Dilekçeler Aşaması
Davaya konu dilekçenin mahkemeye sunulmasının ardından, karşı taraf (davalı) 2 hafta içinde cevap dilekçesi sunar. Bu dilekçede davalı, iddiaları kabul ya da reddeder ve varsa kendi delillerini beyan eder.
Daha sonra sırasıyla:
- İkinci dilekçeler (cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi) sunulur.
- Ön inceleme duruşması yapılır.
6.3. Ön İnceleme Aşaması
Mahkeme, ön inceleme duruşmasında şu hususları değerlendirir:
- Dava şartları mevcut mu? (Görev, yetki, taraf sıfatı vs.)
- Usul eksiklikleri var mı?
- Taraflar sulhe veya arabuluculuğa yönlendirilebilir mi?
- Taraflar arasında uyuşmazlık konuları nelerdir?
Yargıtay 3. HD, 2016/20140 E., 2017/752 K., T. 19.01.2017:
“Taraflar arasında anlaşmazlık olmayan hususlar ön incelemede tespit edilip tahkikat dışında bırakılmalıdır.”
6.4. Tahkikat (Delil Değerlendirme) Aşaması
Bu aşama, davanın esasının incelendiği bölümdür. Mahkeme:
- Tanıkları dinler,
- Bilirkişi incelemesi yaptırır,
- Tarafların sunmuş olduğu belgeleri değerlendirir,
- Banka kayıtlarını ya da ticari defterleri talep edebilir.
Yargıtay 11. HD, 2019/2277 E., 2020/1456 K., T. 13.02.2020:
“Alacağın hesaplanması teknik bilgi gerektiriyorsa, bilirkişi incelemesi zorunludur. Bu inceleme yapılmadan karar verilemez.”
6.5. Sözlü Yargılama ve Beyanlar
Deliller toplandıktan sonra taraflara, bunlara ilişkin sözlü beyanlarını sunma hakkı tanınır. Bu duruşmada;
- Bilirkişi raporuna itirazlar,
- Tanık anlatımlarına karşı beyanlar,
- Karşı delillerin sunumu yapılır.
6.6. Hüküm Aşaması
Mahkeme, delillerin değerlendirilmesi sonucunda alacağın:
- Mevcut olup olmadığına,
- Miktarına,
- Faiz ve ferilerine,
- Tahsil koşullarına
ilişkin karar verir. Mahkeme kararı gerekçeli olarak yazılır ve taraflara tebliğ edilir.
Yargıtay 3. HD, 2017/1427 E., 2017/15244 K., T. 14.11.2017:
“Mahkeme, hükmünü yalnızca taraflarca ileri sürülen delillere göre kurmakla yükümlüdür. Re’sen araştırma ilkesi, özel hukuk davalarında sınırlı uygulanır.”
6.7. Hükmün Kesinleşmesi ve Temyiz
Karar tebliğ edildikten sonra:
- İlk derece mahkemesi kararına karşı istinaf (bölge adliye mahkemesi),
- İstinaf kararına karşı ise temyiz (Yargıtay) yolu açıktır.
Taraflar bu yollara başvurmazsa, karar kesinleşir. Kesinleşen karar ilamlı icra takibine konu edilebilir.
7. HÜKMÜN KESİNLEŞMESİ VE İCRA TAKİBİ
Alacak davası sonucunda mahkeme, alacağın varlığına ve miktarına ilişkin hüküm kurar. Bu hüküm, yalnızca mahkemede haklı çıkıldığını göstermenin ötesinde, alacaklının devlet eliyle borçludan tahsilat yapabilmesine imkân tanıyan bir araçtır. Bu tahsil süreci, ilamlı icra takibi yoluyla gerçekleştirilir.
Ancak uygulamada sık karşılaşılan hata, her mahkeme kararının icraya konulabilmesi için mutlaka kesinleşmiş olması gerektiği yönündeki yanlış kanıdır. Oysa ki, Türk hukuk sistemine göre bu kuralın önemli istisnaları vardır.
7.1. Hangi Kararlar Kesinleşmeden İcraya Konulabilir?
İcra ve İflas Kanunu’nun 32. maddesi gereği, para alacağına ilişkin mahkeme kararları kesinleşmeden ilamlı icra takibine konu edilebilir.
İİK m. 32:
“Mahkemelerce verilen ve kesinleşmiş olan veya temyizi kesinleşmeyi gerektirmeyen ilamlar… ilamlı icra yoluyla infaz olunur.”
Bu çerçevede, aşağıdaki mahkeme kararları kesinleşmeden doğrudan icraya konulabilir:
- Para alacağına ilişkin kararlar (alacak, tazminat, nafaka, faiz, kira vb.)
- Manevi tazminat kararları
- Tahliye kararları (istisnaları olmakla birlikte çoğunlukla)
- İşçilik alacakları ve mahkemece hükmedilen vekâlet ücretleri
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 2016/8208 E., 2016/21339 K., T. 22.11.2016:
“Para alacağının tahsiline ilişkin mahkeme ilamı, kesinleşmeden ilamlı icra takibine konu edilebilir. Bu durumda borçlu, ilamın kesinleşmediğini ileri süremez.”
7.2. Hangi Kararlar İçin Kesinleşme Şarttır?
Bazı mahkeme kararlarının icraya konu edilebilmesi için kesinleşmiş olması zorunludur. Özellikle kişilik hakları, taşınmaz mülkiyeti veya şahsi durum ile ilgili kararlar bu kapsama girer:
- Tapu iptali ve tescil kararları
- Ortaklığın giderilmesi (izale-i şuyu)
- Boşanma, velayet, soyadı değişikliği
- Yabancı mahkeme kararlarının tanınması veya tenfizi
- Tespit hükmü içeren kararlar
Yargıtay 8. HD, 2015/11314 E., 2016/8089 K., T. 14.06.2016:
“Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kararların infazı, ilamın kesinleşmesine bağlıdır. Kesinleşme şerhi bulunmayan kararların icrası mümkün değildir.”
7.3. İlamlı İcra Takibinin Aşamaları
- Alacaklı, mahkeme kararının onaylı örneğini alarak ilamlı icra takibine başlar.
- İcra dairesi, borçluya ödeme emri gönderir.
- Borçlu 7 gün içinde ödeme yapmazsa, alacaklı haciz talebinde bulunabilir.
- Haciz sonrası, taşınır veya taşınmaz mallar satışa çıkarılabilir.
- Alacak, cebrî satış yoluyla tahsil edilir.
Yargıtay 12. HD, 2018/3061 E., 2018/16127 K., T. 26.12.2018:
“İlamlı takipte borçlu, yalnızca ilamın zamanaşımına uğradığını veya yetkisiz icra dairesi seçildiğini ileri sürebilir. Hükmün kesinleşmemesi takibi durdurmaz.”
SONUÇ
Alacak davaları, özel hukukun en temel ve en sık başvurulan dava türlerinden biridir. Gerek bireyler gerekse ticari işletmeler açısından, zamanında ve eksiksiz ifa edilmeyen borçların tahsili için en etkin hukuki araç alacak davasıdır. Ancak bu dava türü, her ne kadar yaygın olsa da, teknik yönleri son derece yoğun ve usul hatalarına açık bir süreçtir.
Alacak davası açılmadan önce şu hususlar mutlaka dikkatle değerlendirilmelidir:
-Borç ilişkisi hukuken geçerli midir?
– Alacak muaccel hâle gelmiş midir?
– Zamanaşımı süresi geçmiş midir?
-Görevli ve yetkili mahkeme doğru belirlenmiş midir?
– Deliller yeterli ve hukuken geçerli mi?
– Zorunlu arabuluculuk veya ihtarname şartı var mı?
– Belirsiz alacak davası mı açılmalı?
– İlamlı icra takibi yapılırken kesinleşme gerekli mi?
Bu sorulara eksiksiz ve doğru yanıt verilemeden açılan alacak davaları, ne kadar haklı olursa olsun usulden reddedilme veya hak kaybına uğrama riski taşır. Ayrıca delil sunumunda yapılan gecikmeler, yanlış mahkemede açılan davalar ya da zamanaşımı gibi teknik engeller, alacaklının hukuki güvenliğini tehdit eder.
Yargıtay kararları da göstermektedir ki, alacak davası teknik bilgi, strateji ve delil yönetimi gerektiren bir süreçtir. Özellikle işçilik alacakları, ticari alacaklar, hizmet sözleşmelerinden doğan talepler, tahliye sonrası kira alacakları ve tazminat davalarında usul ve ispat kuralları dikkatle uygulanmalıdır.
Her ne kadar alacak davası “borcunu ödemeyen kişiden para istemek” gibi görünse de, doğru dava stratejisi, hukuki dayanak, zamanlama, delil sunumu ve takip işlemleri profesyonel bir yönetim gerektirir. Bu sebeple, dava açmadan önce ve dava sürecinde deneyimli bir avukattan hukuki destek alınması, hem hak kaybının önüne geçmek hem de alacağın etkin biçimde tahsilini sağlamak açısından zorunludur.