GİRİŞ
İmar kirliliğine neden olma suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesinde yer almakta olup, kanun koyucu tarafından “Topluma ve Çevreye Karşı Suçlar” bölümünde düzenlenmiştir. Bu yerleşim tercihi, suçun yalnızca bir “imar ihlali” değil; toplum sağlığı, şehir düzeni, çevresel denge ve güvenli yaşam hakkı ile doğrudan ilişkili bir düzenleme olduğunu göstermektedir. Özellikle büyükşehirlerde düzensiz yapılaşmanın yol açtığı deprem riski, ,riskli yapılaşma, altyapı çökmesi, nüfus yoğunluğu ve çevre tahribatı gibi sorunlar düşünüldüğünde, TCK 184’ün bir tehlike suçu olarak tasarlanmış olmasının nedeni daha açık hale gelir. Bu suçun oluşması için bir zararın gerçekleşmiş olması gerekmez; kamu düzeni açısından tehlike oluşması yeterlidir. Yargıtay da birçok kararında, planlı/ruhsatlı yapılaşmanın “toplumsal bir menfaat” olduğunu ve bu nedenle korunması gerektiğini vurgulamaktadır (Bkz. Yargıtay CGK, 21.02.2012, 2011/5-570 E., 2012/51 K.).
1. Suçun Kanuni Dayanağı ve Maddi Unsurları
TCK’nın 184. maddesi üç ayrı fiili suç olarak düzenler. Her bir fıkra, farklı davranışları hedef alır ve farklı hukuki sonuçlar doğurur. Aşağıda bu fıkralar ayrıntılı şekilde açıklanmıştır.
A. Ruhsatsız veya Ruhsata Aykırı Olarak Bina Yapma (TCK m.184/1)
Bu hüküm, yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı biçimde bina inşa eden ya da ettiren kişilerin 1 yıldan 5 yıla kadar hapisle cezalandırılacağını düzenler. Suçun oluşması için ruhsatın hiç bulunmaması veya ruhsata açıkça aykırı olan bir imalat yapılması yeterlidir. Burada dikkat edilmesi gereken temel husus, suçun konusunun “bina” olması gerektiğidir. Yani yapılan imalatın hukuken “bina” niteliğini taşıması gerekir.
Bina kavramı, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 5. maddesinde; “kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü, insanların içine girebildiği yapı” olarak tanımlanır. Bu nedenle, basit bir sundurma, ahşap ardiye, çadır veya bir konteyner yapısı çoğu zaman bina olarak kabul edilmez. Ancak Yargıtay’a göre, bina yapma kastını açıkça ortaya koyan eylemler (örneğin temel kazısı, subasman betonu, kolon dikilmesi gibi) suçun teşebbüs aşaması veya tamamlanması için yeterli kabul edilebilir. Bu husus özellikle şu kararda vurgulanmıştır: Yargıtay 18. CD, 2014/21518 E., 2016/7481 K.
Fail yönünden ise sorumluluk alanı geniştir. Kanunda “yapan veya yaptıran” şeklindeki ifade, hem inşaatı fiilen yapan müteahhit ve ustaları hem de inşaatın sahibi olan arsa malikini kapsar. Ayrıca fenni mesulün veya yapı denetim elemanlarının da ihmali davranışla sorumlu olabileceği kabul edilmektedir. Buna karşılık, ruhsatsız yapıyı sonradan satın alan veya içinde oturan kişinin, inşaat eylemine katılmadığı sürece cezai sorumluluğu yoktur (Bkz. Yargıtay 12. CD, 2017/3568 E., 2019/8421 K.).
B. Ruhsatsız Şantiyelere Altyapı Hizmeti Sağlanması (TCK m.184/2)
Bu fıkra, ruhsatsız bir inşaata elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına izin veren kişileri de cezalandırır. Kanun koyucu burada, ruhsatsız yapılaşmanın idarece veya kamu kurumları eliyle dolaylı biçimde teşvik edilmesini önlemeyi amaçlamıştır.
Bağlantıya izin veren kişinin kastının bulunması gerekir. Yani kişi, inşaatın ruhsatsız olduğunu bilmeli veya bilmesi gereken bir konumda olmalıdır. Bu nedenle, elektrik dağıtım şirketi, su idaresi veya belediye personeli görev yetkisi dahilinde bağlantıya izin veriyorsa ve ruhsat olmadığını biliyorsa cezai sorumluluk doğar. Ancak bu bağlantının yanlışlıkla yapılması veya otomatik sistem üzerinden gerçekleşmesi durumunda kast unsurunun yokluğu savunulabilir.
Yargıtay 18. CD, 2015/2325 E., 2017/4637 K., kararında; ruhsatsız bir yapıya elektrik bağlayan kurum personelinin, ruhsatsızlık bilgisini taşıması halinde sorumlu tutulabileceği belirtilmiştir.
C. Yapı Kullanma İzni Olmayan Binalarda Sınai Faaliyete İzin Verme (TCK m.184/3)
Bu fıkra, yapı kullanma izni (iskan) alınmamış bir binada herhangi bir sınai faaliyete izin verilmesini 2–5 yıl hapisle cezalandırır. Burada fiilin daha ağır yaptırımla cezalandırılması, iskan alınmadan yapılan sanayi faaliyetlerinin insan sağlığı, iş güvenliği ve çevre açısından yaratabileceği risklerin çok yüksek olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu suçta binanın ruhsatlı olup olmaması önemli değildir. Ruhsatlı olsa bile, iskan alınmamışsa sanayi üretimi yapılamaz. Sınai faaliyet kavramı, imalathanelerden atölyelere, gıda üretiminden mobilya imalatına kadar çok geniştir. Yargıtay 184/3 açısından belediye sınırı şartının aranmadığını açıkça kabul etmektedir (Bkz. Yargıtay CGK, 21.02.2012, 2011/5-570 E., 2012/51 K.).
2. Coğrafi ve Zamansal Uygulama Sınırları
TCK 184’ün en kritik yönlerinden biri, suçun sadece belirli coğrafi alanlarda işlenebilmesidir. Bu yön, birçok davada beraat veya düşme sonucunu doğuran önemli bir ayırıcı unsurdur.
A. Coğrafi Uygulama Alanı (TCK m.184/4)
Dördüncü fıkra, 184/1 ve 184/2 suçlarının yalnızca belediye sınırları içerisinde veya özel imar rejimine tabi yerlerde işlenebileceğini düzenler. Bu hüküm, suçun kapsamını daraltan bir “kanunilik ilkesi” gereğidir.
Burada en önemli tartışma “mücavir alan” üzerinedir. Mücavir alan, teknik olarak belediyenin imar yetkisini genişlettiği alan olsa da belediye sınırı değildir. Bu nedenle mücavir alan içerisinde kalan bir yapıda TCK 184 uygulanamaz. Bu husus, Ceza Genel Kurulu’nun çok net ve bağlayıcı nitelikteki şu kararında açıkça ortaya konmuştur:
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 10.07.2018, 2017/5-556 E., 2018/540 K.
Bu karara göre:
- Suçun işlendiği yer belediye sınırları dışında,
- ve sadece mücavir alanda kalıyorsa,
TCK 184 uygulanamaz; ancak idari yaptırımlar uygulanabilir.
Özel imar rejimine tabi yerler ise çok daha ayrıcalıklı bir gruptur. Organize sanayi bölgeleri, turizm bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri, serbest bölgeler ve sit alanları bu kapsamdadır. Bu tür yerlerde belediye sınırı araştırmasına gerek yoktur; TCK 184 doğrudan uygulanır.
B. Zamansal Uygulama Sınırı (TCK m.184/6)
Altıncı fıkra, 12 Ekim 2004 tarihinden önce yapılmış yapılarla ilgili olarak 184/2 ve 184/3’ün uygulanamayacağını hükme bağlar. Bu düzenleme, geçmişteki yapılaşma alışkanlıklarını zabıt altına almak ve kanunların geriye yürümemesini sağlamak amacı taşır.
Bir yapının bu tarihten önce yapıldığının ispatı için:
- Uydu görüntüleri,
- Tapu ve belediye arşiv kayıtları,
- Eski elektrik-su abonelikleri
önemli delil niteliğindedir.
3. Usul, Zamanaşımı ve Düşme Hükümleri
A. Soruşturma Usulü ve Zamanaşımı
TCK 184 re’sen soruşturulan bir suçtur. Şikâyete tabi değildir. Savcı suç şüphesini öğrendiği anda harekete geçmek zorundadır.
Görevli mahkeme Asliye Ceza Mahkemesidir. Suçun zamanaşımı ise, ceza üst sınırı 5 yıl olduğu için TCK m.66 uyarınca 8 yıl, olağanüstü zamanaşımı süresi ise 12 yıldır.
B. Etkin Pişmanlık Benzeri Düşme Hali (TCK m.184/5)
Bu hüküm, fail açısından çok güçlü bir kurtuluş mekanizmasıdır. Fail yaptığı yapıyı imar planına ve ruhsatına uygun hale getirirse:
- Kamu davası açılmaz,
- Açılmışsa düşer,
- Mahkûmiyet kararı varsa tüm sonuçları silinir.
Bu düzenleme soruşturma, kovuşturma ve infaz aşamalarında uygulanabilir. Yargıtay, bu özel düzenleme varken HAGB kararı verilemeyeceği görüşündedir (Bkz. Yargıtay CGK, 25.03.2014, 2013/5-256 E., 2014/128 K.).
C. İmar Barışı – Yapı Kayıt Belgesi İlişkisi
7143 sayılı Kanun ile getirilen imar barışı ve Yapı Kayıt Belgesi, TCK 184 bakımından birçok davanın düşmesine yol açmıştır. Yargıtay, yapı kayıt belgesini, binanın ruhsatsızlığını hukuken gideren bir belge saymakta ve 184/5’in kıyasen uygulanabileceğini kabul etmektedir.
Yapı kayıt belgesinin geçerli olabilmesi için belgenin gerçeğe uygun olması, suça konu yapıyı kapsaması ve beyan edilen tarihin somut delillerle doğrulanması gerekir.
4. Kritik Yargıtay İçtihatları ve Diğer Kanunlarla İlişki
A. Delil Toplama Standartları
İmar kirliliğine neden olma suçlarında Yargıtay, soruşturma ve kovuşturma aşamasında delillerin eksiksiz toplanmasını zorunlu kabul etmektedir. Yalnızca belediye ekiplerinin tuttuğu bir tespit tutanağına dayanarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi hukuka uygun görülmez. Çünkü belediye tutanakları çoğu zaman yapının niteliğini, ölçülerini, ne zaman yapıldığını veya bina vasfı taşıyıp taşımadığını ayrıntılı biçimde açıklamaz. Bu nedenle savcılık ve mahkemeler, mutlaka yerinde keşif yapmalı, bir inşaat mühendisi ya da mimardan oluşan bilirkişi heyeti aracılığıyla teknik rapor almalı, yapının fotoğraflarını ve ölçülerini toplamalı, yapının gerçekten “bina” olarak nitelendirilebilecek bir imalat içerip içermediğini somut delillerle belirlemelidir. Yargıtay’ın birçok kararında, bu tespitler yapılmadan verilen kararların bozulduğu görülmektedir. Bu yaklaşım, hem sanık lehine oluşabilecek hataların önüne geçmekte hem de belediyelerin teknik olarak hatalı tespitlerinin ceza yargılamasını yönlendirmesini engellemektedir.
B. Sit Alanları ve Fikri İçtima
Ruhsatsız bir yapının sit alanı içerisinde inşa edilmesi durumunda, tek bir fiil birden fazla kanun hükmünü aynı anda ihlal etmiş olur. Bu durumda hem TCK 184 kapsamında “imar kirliliğine neden olma” suçu hem de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun ilgili maddeleri devreye girer. Yargıtay, bu gibi durumlarda fikri içtima kuralını uygulamaktadır. Tek fiil birden fazla suçu oluşturduğunda fail, TCK m.44 uyarınca sadece en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır. Uygulamada genellikle sit alanlarının korunmasına ilişkin özel kanunlar daha ağır yaptırımlar içerdiği için süreç bu hükümler üzerinden yürür. Böylece hem kültürel mirasın korunması hem de ruhsatsız yapılaşmanın önlenmesi tek bir değerlendirme içinde ele alınır. Yargıtay, bu çerçevede failin kastını, yapının sit statüsünü bilip bilmediğini ve imalatın niteliğini değerlendirerek suç vasfını belirlemektedir.
C. İdari ve Cezai Yaptırımların Bağımsızlığı
İmar para cezasına itiraz hususunda detaylı bilgi için tıklayınız.
Ruhsatsız yapılarla ilgili süreçte hem idari hem de cezai yollar aynı anda işletilebilir ve bu iki alan birbiriyle tamamen bağımsızdır. Örneğin, belediye veya il özel idaresi tarafından 3194 sayılı İmar Kanunu uyarınca verilen yıkım kararı, mühürleme işlemi veya idari para cezası, ceza davasının sonucuna bağlı değildir. Ceza davasında beraat kararı verilmesi, idarenin uyguladığı yıkım kararını ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde ceza davasının düşmesi veya mahkumiyet kararı, idarenin tesis ettiği işlemlerin hukuka uygun olup olmadığını belirlemez. Bu işlemler ancak idari yargıda, yani idare mahkemelerinde açılacak iptal davalarıyla denetlenebilir. Yargıtay da içtihatlarında, idari yaptırımların cezai yaptırımlardan bağımsız olduğunu ve ceza davasındaki sonucun idarenin tasarruflarını bağlamadığını açıkça ifade etmektedir. Bu nedenle uygulamada tarafların hem ceza hukukunu hem de idari hukuk sürecini paralel biçimde takip etmesi gerekir.
SONUÇ
İmar kirliliğine neden olma suçu, hem teknik yönü hem de hukuki boyutları itibarıyla oldukça dikkatli analiz edilmesi gereken, karmaşık yapılı bir suç tipidir. Bir dosyada verilecek hükmün isabetli olup olmaması, çoğu zaman bazı temel sorulara verilecek doğru ve belgelere dayalı cevaplara bağlıdır. Öncelikle, suça konu yapının gerçekten “bina” niteliğinde olup olmadığı netleştirilmelidir; zira her yapı, her imalat veya her eklenti ceza hukuku anlamında bina sayılmaz. Bunun yanında, yapının bulunduğu yerin suç tarihi itibarıyla belediye sınırları içinde mi, sadece mücavir alanda mı, yoksa özel imar rejimine tabi bir bölgede mi yer aldığı da ayrıca belirlenmelidir; çünkü TCK 184’ün coğrafi uygulama alanı doğrudan bu statüye bağlıdır.
Diğer önemli husus, yapının sonradan imar planına ve ruhsatına uygun hale getirilip getirilemeyeceği, ya da getirilmişse bunun hangi tarihte ve hangi belgelerle sağlandığıdır. Bu çerçevede, yapı kayıt belgesinin bulunup bulunmadığı, varsa bu belgenin gerçekten suça konu yapıyı kapsayıp kapsamadığı ve tadilat ruhsatı gibi işlemlerin hukuken geçerli olup olmadığı mutlaka incelenmelidir. Ayrıca, olay tarihinden itibaren dava ve ceza zamanaşımı sürelerinin dolup dolmadığı da gözden kaçırılmaması gereken bir diğer unsurdur.
Tüm bu sorulara, teknik bilirkişi raporları, belediye ve tapu kayıtları, fotoğraflar, ruhsat ve iskan belgeleri gibi somut delillerle cevap verildiğinde, TCK 184 yalnızca bir cezalandırma aracı olmaktan çıkar; planlı şehirleşmeyi, sağlıklı çevreyi ve imar güvenliğini koruyan, yerinde ve ölçülü bir mekanizma olarak işler hale gelir. Böylece hem gerçek anlamda imar kirliliği yaratan fiiller etkin biçimde yaptırıma bağlanır, hem de ceza hukukunun sınırları dışında bırakılması gereken, yalnızca idari işlem konusu olması gereken durumlar daha net ayrıştırılabilir.


