GİRİŞ
Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait tapu belgelerine dayalı olarak açılan tapu tescil ve iptal davaları, Türk hukuk sisteminin tarihi sürekliliği ve modernizasyon çabaları arasındaki karmaşık etkileşimi yansıtan, kendine özgü bir gayrimenkul hukuku alanını teşkil etmektedir. Bu tür davaların ana eksenini, Osmanlı döneminden kalma kayıtların (Tapu Tahrir Defterleri, Hüccet, Temlikname vb.) modern Türkiye Cumhuriyeti tapu sicili karşısındaki ispat gücü ve hukuki geçerliliği oluşturmaktadır. Bir Osmanlı tapusu, günümüz hukukunda doğrudan bir mülkiyet belgesi niteliği taşımaz; ancak, mülkiyetin tescili için birincil bir hukuki dayanak ve en güçlü delillerden biri olarak kabul edilmektedir. Davaların başarısı, tarihsel belgelerin hukuki meşruiyetini, zilyetlik (fiili kullanım) ispatıyla birleştiren, kadastro süreçlerinden kaynaklanan hak düşürücü süre engellerini aşabilen ve tapu siciline güven ilkesinin istisnalarını etkin bir şekilde kullanabilen stratejik yaklaşımlara bağlıdır. Bu makalede, söz konusu davaların tarihi ve hukuki temellerini, usul kurallarını, emsal teşkil eden yargı kararlarını ve potansiyel risklerle stratejik çözüm yollarını derinlemesine incelemektedir.
Bölüm I: Osmanlı Mülkiyet Sisteminin Hukuki ve Tarihi Temelleri
Osmanlı tapu belgelerinden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkları anlamak için, öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toprak rejiminin yapısını ve bu rejimin Cumhuriyet dönemi mevzuatına geçiş sürecini ele almak gerekmektedir. Modern tapu hukuku, Osmanlı’daki sistemden kökten farklı bir paradigma üzerine kurulmuştur.
1.1. Osmanlı Toprak Rejimine Genel Bakış
Osmanlı İmparatorluğu’nda mülkiyet kavramı, Batı hukukundaki modern anlayıştan farklılık göstermekteydi. Topraklar, hukuki statülerine göre beş ana kategoriye ayrılırdı:
- Arazi-i Memluke: Tam mülkiyetin söz konusu olduğu yerlerdir. Sahibi tarafından satılabilir, hibe edilebilir, vakfedilebilir veya rehin verilebilirdi.
- Arazi-i Miriyye: Çoğunlukla devlete ait olan ve kullanım hakkı bireylere devredilen arazilerdir. Bireyin arazisi üzerindeki tasarruf yetkisi sınırlıydı.
- Arazi-i Mevkufe: Vakıf arazileridir. Padişahın izniyle arazi geliri vakıf amacına tahsis edilebilirdi (gayrisahih vakıf).
- Arazi-i Metruke: Halkın ortak kullanımına bırakılmış yol, pazar yeri gibi arazilerdir.
- Arazi-i Mevat: Hiç kimseye ait olmayan, sahipsiz ve yerleşime açık olmayan boş arazilerdir.
Osmanlı Devleti’nde, bugünkü anlamda bir tapu teşkilatı mevcut değildi. Bunun yerine, arazilerin idari, askeri ve iktisadi amaçlarla tespiti için “Tapu Tahrir Defterleri” tutulmuştur. Bu defterler, modern bir tapu senedi niteliğinde olmayıp, daha çok toprakların envanterini çıkaran ve vergilendirme esaslarını belirleyen kayıtlardı. Mülkiyet kavramının modern anlamda ilk defa hukuki bir metinde yer alması 1839 Tanzimat Fermanı ile gerçekleşmiştir. Bu sürecin en önemli adımı ise 1858 tarihli “Arazi Kanunname-i Hümayunu”nun yürürlüğe girmesi olmuştur. Bu kanunname ile toprak mülkiyeti, alım-satım ve devir işlemleri daha sistematik bir hale getirilmiştir.
1.2. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tapu Mevzuatının Evrimi
Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, Osmanlı toprak rejimi yerini modern, merkeziyetçi bir tapu sistemine bırakmıştır. 1926 yılında kabul edilen 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi (bugünkü 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun öncüsü), taşınmaz mülkiyetinin ancak tapu siciline tescil ile kazanılabileceği ilkesini getirerek yeni bir dönemin kapılarını açmıştır. Bu ilke, tapu sicilini mülkiyetin resmi ve alenileşmiş tek kaynağı haline getirmektedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM), Osmanlı dönemindeki Defterhane’nin halefi olarak 1927’de bugünkü adını almıştır.
Bu hukuki dönüşümün temelinde, Anayasa’nın 35. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) 1 numaralı Ek Protokolü ile güvence altına alınan “mülkiyet hakkı” bulunmaktadır. Bu hak, bireyin taşınmazı üzerindeki hakimiyetini güvence altına almakta ve devletin keyfi müdahalelerine karşı koruma sağlamaktadır. Bu anayasal zemin, Osmanlı tapularına dayanan mülkiyet iddialarının, modern hukuki süreçler içinde değerlendirilmesine ve kamu yararı gerekçesiyle dahi mülkiyet hakkının ihlal edilmemesine olanak tanımaktadır.
1.3. Osmanlı Tapu Belgelerinin Günümüz Hukukundaki Konumu ve İspat Gücü
Günümüzde, bir Osmanlı tapu belgesi, modern bir tapu senedinin yerine doğrudan geçmemektedir. Tek başına bir Osmanlı tapusu, güncel tapu sicilinde tescil edilmemişse mülkiyet hakkı tesis etmez. Ancak, Yargıtay’ın istikrar kazanmış içtihatlarına göre bu belgeler, hukuki bir işlemin varlığını ve taşınmaz üzerindeki zilyetliğin kaynağını gösteren “destekleyici delil” niteliği taşımaktadır. Bu deliller, tapu tespiti ve tescili sürecinde iddiayı güçlendiren en önemli unsurlardan biridir.
Osmanlı tapularının hukuki işlemlerde kullanılabilmesi için, öncelikle orijinal belge veya arşivden alınmış doğrulayıcı bir nüsha ile birlikte noter onaylı Türkçe tercümesinin hazırlanması zorunludur. Bu tercüme, belgenin içeriğinin ve hukuki mahiyetinin tam olarak anlaşılması ve mahkeme nezdinde geçerlilik kazanması için kritik bir adımdır. Tercümeler, yeminli tercümanlar tarafından yapılmalı ve noter tarafından onaylanmalıdır.
Aşağıdaki tablo, Osmanlı dönemine ait çeşitli belgelerin modern hukuk sistemimizdeki ispat gücünü ve niteliğini özetlemektedir:
Osmanlı Dönemi Tapu Belgelerinin Hukuki Karşılaştırması
Belge Adı | Arapça/Osmanlıca Karşılığı | Niteliği (Hukuki/İdari) | Yetkili Kurum/Kişi | Günümüz Hukukundaki İspat Gücü |
Tapu Tahrir Defteri | دفتر تحریر طابو | İdari | Defterhane | Doğrudan mülkiyet belgesi değil, idari ve ekonomik amaçlı kayıtlardır. |
Tapu Senedi | سند طابو | Hukuki/İdari | Defterhane, Tapu Dairesi | Miras veya satış yoluyla elde edilmiş mülkiyet hakkını gösteren kuvvetli bir delil. |
Hüccet | حجت | Hukuki | Şer’iye Mahkemeleri | Mülkiyetin tescil edilmediği durumlarda zilyetliğin hukuki kaynağını ispatlayan güçlü bir delil. |
Temlikname | تملیکنامه | Hukuki/İdari | Padişah/Devlet | Devlet tarafından şahıslara mülkiyetin devredildiğini gösteren hukuki belge. |
Vakfiye | وقفية | Hukuki/Dini | Vakıflar | Vakıf mallarının mülkiyet ve kullanım haklarını düzenleyen, vakfın gayrisahih niteliğini belirleyen belge. |
II. Davaların Hukuki Dayanakları ve Türleri
Osmanlı tapularına dayanan davalar, temelde bir taşınmazın tapu kaydının hukuka aykırı olduğunu iddia ederek açılan tapu iptal ve tescil davalarıdır. Bu davaların dayanağı, modern hukukun temel prensiplerine dayanmaktadır.
2.1. Tapu İptali ve Tescil Davalarının Genel Çerçevesi
Tapu iptali ve tescil davası, kanuna aykırı, usulsüz veya gerçeğe aykırı bir şekilde düzenlendiği iddia edilen tapu kaydının hukuka uygun hale getirilmesi amacıyla açılır. Bu davaların temel dayanağı, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1025. maddesinde yer alan “yolsuz tescil” kavramıdır. Yolsuz tescil, bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil olarak tanımlanır.
Yolsuz tescil iddialarına yol açan yaygın hukuki nedenler şunlardır:
- Muris Muvazaası: Miras bırakanın, mirasçılarından mal kaçırma amacıyla taşınmazı üçüncü bir kişiye devretmesidir. Bu tür davalar herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi değildir.
- Vekalet Görevinin Kötüye Kullanılması: Bir kişinin, vekalet verdiği kişinin yetkisini kötüye kullanarak taşınmazı devretmesi durumudur.
- Hukuki Ehliyetsizlik: Taşınmazı devreden kişinin işlem anında hukuki ehliyetinin bulunmamasıdır.
- Kadastro veya İmar Uygulamalarından Kaynaklanan Hatalar: Kadastro veya imar çalışmaları sırasında yapılan hatalı tespitler sonucu, taşınmazın gerçek sahibinden başkası adına tescil edilmesidir.
2.2. Osmanlı Tapusuna Dayalı İptal ve Tescil Davaları
Osmanlı tapularına dayanan davalar genellikle miras hukuku bağlamında gündeme gelmektedir. Taşınmazın eski sahibi olan miras bırakanın (murisin) yasal mirasçıları, ellerindeki Osmanlı tapusunu dayanak göstererek mülkiyetin kendilerine tescilini talep ederler. Bu süreçte, davacının öncelikle veraset ilamı alarak mirasçılık ilişkisini resmen ispat etmesi gerekmektedir. Veraset ilamı olmadan hiçbir dava açılamaz veya tapu işlemi yapılamaz.
Bu davaların en yaygın görünen türü, kadastro çalışmaları sırasında meydana gelen hatalı tescillere karşı açılan davalardır. Kadastro tespitleri, genellikle zilyetliğe veya diğer belgesiz durumlara dayanarak yapıldığından, Osmanlı tapusuna sahip olan gerçek hak sahiplerinin hakları göz ardı edilmiş olabilmektedir. Bu durumda, mirasçılar, kadastro öncesi hukuki sebeplere dayanarak tapu iptali ve tescil davası açma yoluna giderler.
2.3. Olağanüstü Zamanaşımı (TMK m. 713) ve Zilyetlik (Possession) İlişkisi
Tapu iptal ve tescil davalarında Osmanlı tapusunun en güçlü işlevlerinden biri, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 713. maddesinde düzenlenen “olağanüstü zamanaşımı” yoluyla kazanım iddiasına hukuki bir temel sağlamasıdır. TMK m. 713, tapu kütüğünde kayıtlı olmayan veya maliki anlaşılamayan bir taşınmazı 20 yıl boyunca “malik sıfatıyla” davasız ve aralıksız zilyetliğinde bulunduran kişiye, taşınmazın kendi adına tescilini talep etme hakkı tanımaktadır.
Bu maddeye dayalı bir davada, yalnızca zilyetliğin süresi ve niteliği değil, aynı zamanda bu zilyetliğin “malik sıfatıyla” gerçekleştiği ispatlanmalıdır. Bir Osmanlı tapusu, bu noktada kritik bir rol oynamaktadır. Çünkü belge, davacının veya miras bırakanın zilyetliğinin basit bir fiili işgal değil, hukuki bir temele dayandığını göstermektedir. Bu belge, mahkeme nezdinde tanık beyanları ve vergi kayıtları gibi diğer delillerle birleştiğinde, zilyetlik iddiasını son derece güçlendiren bir unsur haline gelmektedir.
Hukuki süreçte, Osmanlı tapusu ile zilyetliğin birlikte sunulması, tek başına zilyetliğe dayanan bir davaya göre çok daha sağlam bir ispat çerçevesi oluşturmaktadır. Bu durum, belgenin bizzat mülkiyeti tescil etmesinden ziyade, davacının “gerçek hak sahibi” olduğuna dair iddiayı fiili durumla (zilyetlikle) destekleyen bir dayanak olarak işlev gördüğünü ortaya koymaktadır.
III. Dava Süreci ve Usul Hukuku
Osmanlı tapularından kaynaklanan tapu iptal ve tescil davaları, usul hukuku açısından belirli kurallara ve aşamalara tabidir. Sürecin başarılı yönetimi, bu kurallara hakim olmayı gerektirmektedir.
3.1. Davanın Açılması ve Yetkili Mahkeme
Tapu iptali ve tescil davaları, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) gereğince, taşınmazın aynına (mülkiyetine) ilişkin davalar olduğundan, taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi‘nde açılmak zorundadır. Bu, “kesin yetki” kuralına tabidir ve taraflar bu mahkeme dışında bir yerde dava açılması konusunda anlaşamazlar.
Davanın tarafları, tapu kaydının yolsuz olduğunu iddia eden davacı ile tapu kütüğünde malik olarak görünen davalıdır. Eğer malik ölmüşse, dava onun yasal mirasçılarına karşı yöneltilir. Taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi durumunda ise dava, Hazine’ye karşı açılır.
3.2. Taraflar, İspat Yükü ve Delillerin Sunumu
Davada ispat yükü, tapu kaydının yolsuz olduğunu ve taşınmazın gerçek malikinin kendisi olduğunu iddia eden davacıdadır. Bu ispatın temelini, hukuki ve fiili delillerin bir araya getirilmesi oluşturur. Davada sunulması gereken başlıca belgeler şunlardır:
- Osmanlı tapusunun orijinali veya noter onaylı tercümesi.
- Mirasçılık ilişkisini gösteren veraset ilamı.
- Taşınmazın güncel tapu ve kadastro kayıtları.
- Varsa, zilyetliğin kanıtı olarak vergi kayıtları ve tanık beyanları.
Dava sürecinde mahkeme, taşınmazın yerinin ve sınırlarının tespiti için bir keşif
(on-site inspection) yapılmasına karar verecektir. Bu keşif sırasında, bir harita mühendisi veya fen bilirkişisi, mahalli bilirkişiler ve tanıkların da katılımıyla taşınmazın sınırlarını ve konumunu belirlemeye çalışır. Bilirkişi raporu, Osmanlı belgesindeki yer tariflerini günümüz kadastral paftalarıyla eşleştirmeye yönelik teknik ve hukuki bir analiz içerir.
3.3. Hak Düşürücü Süreler, Zamanaşımı ve İstisnalar
Bu davaların en kritik engeli, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesi ile getirilen 10 yıllık hak düşürücü süredir. Bu hükme göre, kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak dava açılamaz. Bu düzenleme, tapu siciline güveni sağlamayı ve yargılamaları sonlandırmayı amaçlamaktadır. Anayasa Mahkemesi de 10 yıllık sürenin anayasaya aykırı olmadığını yönünde karar vermiştir.
Ancak bu kuralın önemli istisnaları bulunmaktadır:
- Kamu Malları: 10 yıllık süre, kamu malları için uygulanmamaktadır.
- Tutanak Düzenlenmeyen Taşınmazlar: Kadastro sırasında hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmazlar için bu süre işlemez.
Bu noktada, mülkiyet hakkı
‘nın anayasal bir hak olması, 10 yıllık sürenin aşılmasına yönelik stratejik bir kapı aralamaktadır. Mahkemeler, bir davanın doğrudan hukuki sebeplere dayanmasının yanında, mülkiyet hakkının özüne dokunulduğu ve ihlal edildiği gerekçesiyle de incelenmesini sağlayabilmektedir. Sanasaryan Vakfı’na ait Han davası bu duruma emsal teşkil etmektedir. Bu davada Anayasa Mahkemesi, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığına ve bu hakkın ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu emsal, kadastro hatası gibi durumlarda, 10 yıllık sürenin Anayasal mülkiyet hakkını ihlal ettiği yönünde bir argümanın kurulabileceğini göstermektedir.
“İyiniyetli Üçüncü Kişinin” Hukuki Durumu
Davalı tarafın taşınmazı iyiniyetle bir üçüncü kişiden satın aldığı durumlar, hukuki süreci kökten değiştirmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesindeki “tapu siciline güven ilkesi” gereği, tapu kaydına güvenerek taşınmazı edinen iyiniyetli üçüncü kişinin kazanımı korunur. Bu durumda, gerçek hak sahibi olan davacı, tapu iptali ve tescil davasını kazanamaz. Ancak Yargıtay’ın 15.03.1944 tarihli ve 8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan tüm zararlardan kusursuz sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Dolayısıyla, tapuyu kaybeden davacının başvurabileceği hukuki yol, mülkiyetin tescili yerine, TMK 1007. maddesi uyarınca Devlet aleyhine bir tazminat davası açmaktır.
Aşağıdaki tablo, bu davalarda karşılaşılan kritik süreleri, koşulları ve istisnaları detaylandırmaktadır:
Osmanlı Tapusu Davalarında Kritik Süreler ve Koşullar
Süre (Yıl) | Hukuki Dayanak | Başlangıç Olayı | Uygulama Alanı ve Koşullar | İstisnalar |
10 yıl | Kadastro Kanunu m. 12/3 | Kadastro tespit tutanaklarının kesinleşme tarihi | Kadastro tespitiyle yolsuz tescil oluşması | Kamu malları; hakkında tutanak düzenlenmeyen taşınmazlar; muris muvazaası ve vekalet görevinin kötüye kullanılması durumları. |
20 yıl | Türk Medeni Kanunu m. 713 | Davaya konu taşınmazın davasız ve aralıksız zilyetliğine başlandığı tarih | Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan veya maliki anlaşılamayan yerler için | Hazine’ye veya kamu tüzel kişiliğine ait olan taşınmazlar. |
Zamanaşımı Yok | Medeni Kanun m. 1025, Yargıtay İçtihatları | Yolsuz tescil işlemi | Muris muvazaası ve vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenleri. | İyiniyetli üçüncü kişinin hak kazanması durumu. |
IV. Davalarda Karşılaşılan Güncel Sorunlar ve Stratejik Yaklaşımlar
Osmanlı tapularına dayalı davalar, salt hukuki argümanların ötesinde, teknik ve idari süreçlerin de titizlikle yönetilmesini gerektirmektedir.
4.1. Osmanlı Belgelerinin Orijinalliği ve Arşiv Kaynaklarının Kullanımı
Bir davada sunulan Osmanlı tapusunun hukuki geçerliliği, öncelikle orijinalliği ile yakından ilişkilidir. Bu nedenle, belge temin süreci büyük önem taşımaktadır. İlgililer, Osmanlı tapu kütüklerinin nerede olduğu bilgisine ilgili tapu müdürlüğünden veya Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Arşiv Dairesi Başkanlığı’ndan ulaşabilir. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı da geniş bir tarihi belge koleksiyonuyla önemli bir kaynaktır ve belgeler çevrimiçi olarak da temin edilebilmektedir. Bu arşivlerden elde edilen belgeler, tapunun gerçekliğini kanıtlamaya yardımcı olmaktadır.
4.2. Kapsam ve Sınır Tespiti Problemleri
Osmanlı tapu belgelerinde yer alan sınır ve yüzölçümü bilgileri, modern kadastral sistemdeki ada/parsel numaraları ile birebir örtüşmeyebilir. Belgelerdeki “Hatt” (sınır çizgisi) gibi ifadelerin günümüz coğrafyasına uygulanması, teknik bir uzmanlık gerektirmektedir. Bu sebeple, mahkeme kararıyla görevlendirilen
Fen bilirkişisi ve yerel muhtar ile tanıkların da katılımıyla yapılan keşif işlemi hayati öneme sahiptir. Bilirkişi raporunun, Osmanlı belgesinde tanımlanan taşınmazın yerini ve sınırlarını güncel haritalar üzerinde tutarlı bir şekilde belirlemesi, davanın kabulü için en önemli koşullardan biridir.
4.3. Örnek Yargıtay İçtihatları ve Emsal Kararlar
Türk hukukunda Osmanlı tapularına dayalı davalara ilişkin köklü bir yargı içtihadı oluşmuştur. Bu içtihatlar, sürecin nasıl işleyeceğine dair net bir yol haritası sunmaktadır. Yargıtay’ın 15.03.1944 tarihli ve 8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, eski ve yeni tüm tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumlu olduğunu kabul ederek, tapu kayıtlarındaki hatalar nedeniyle zarar gören kişilere tazminat talep etme hakkı tanımıştır.
Son dönemde ortaya çıkan emsal kararlar ise bu hukuki zeminin daha da genişlediğini göstermektedir. Özellikle, Kuzey Kıbrıs’taki Taşınmaz Mal Komisyonu’nun Maraş davasında, Vakıflar İdaresi’nin Osmanlı döneminden kalma tapu kayıtlarını davaya dahil etmesi, tarihi belgelerin hukuki mücadelelerde ne kadar etkili olabileceğini ortaya koymuştur. Bu tür emsal kararlar, tarihi belgelerin sadece geçmişe ait birer kayıt değil, aynı zamanda güncel hukuki durumları etkileyen güçlü deliller olduğunu kanıtlamaktadır.
4.4. Hukuki Danışmanlık ve Sürecin Yönetimi
Osmanlı tapularına dayalı tapu iptal ve tescil davaları, tarih, hukuk, arşivcilik ve kadastro bilgisi gerektiren son derece karmaşık süreçlerdir. Dava dilekçesinin doğru hazırlanması, gerekli tüm delillerin eksiksiz toplanması, teknik keşif sürecinin doğru yönetilmesi ve hukuki risklerin önceden tespiti için bu alanda uzmanlaşmış bir gayrimenkul avukatından hukuki danışmanlık alınması şiddetle tavsiye edilmektedir. Davanın ortalama süresi 2.5 yıl civarında olmakla birlikte, temyiz gibi nedenlerle daha da uzayabilmektedir. Süreç boyunca harçlar, bilirkişi ücretleri ve diğer masraflar gibi maliyetler de söz konusu olmaktadır.
Sonuç
Osmanlı tapularından kaynaklanan tapu tescil ve iptal davaları, modern Türk hukukunun temel prensipleri ile yüzlerce yıllık birikimi olan Osmanlı hukuk mirasının karşı karşıya geldiği benzersiz bir alandır. Bu uyuşmazlıklarda, bir Osmanlı tapusu tek başına mülkiyetin kanıtı olmamakla birlikte, zilyetlik ve hukuki sebep gibi modern kazanım yollarını destekleyen en önemli delil niteliğini taşımaktadır.
Sürecin başarıya ulaşması için iki temel stratejik yol izlenmektedir:
- Zilyetlik ve Hukuki Sebep Birlikteliği: Kadastro görmemiş veya yanlış tespitle tescil edilmiş bir taşınmaz üzerinde, Osmanlı tapusunun ispat gücünü kullanarak 20 yıllık davasız ve aralıksız zilyetliğin varlığının kanıtlanması.
- Anayasal Mülkiyet Hakkı İhlali : Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü süre engelinin, mülkiyet hakkının özüne dokunulduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde tartışmaya açılması.
Her iki strateji de, hukuki, tarihi ve teknik alanda derinlemesine bilgi birikimi ve titiz bir çalışma gerektirmektedir. Özellikle, iyiniyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması ve tapu siciline güven ilkesi, davacıyı mülkiyet hakkından mahrum bırakabilirken, bu durumda devletin sorumluluğu ve tazminat yükümlülüğü devreye girmektedir. Bu nedenle, Osmanlı tapularına dayalı her vaka, kendine özgü koşullarıyla birlikte çok boyutlu bir analiz ve stratejik bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Sonuç olarak, Osmanlı tapuları, hukuki bir belge olmanın ötesinde, mirasçıların geçmişle bağ kurmasını sağlayan ve modern hukuki mücadelelerde etkin bir şekilde kullanılabilecek değerli birer tarihi ve hukuki enstrüman niteliği taşımaktadır.
Osmanlı Tapusuna Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davaları
Osmanlı tapusu; Tapu Tahrir Defterleri, Hüccet, Temlikname, Vakfiye ve tapu senedi gibi belgeleri kapsar. Günümüzde tek başına mülkiyet kurmaz; ancak tescil talebinde çok güçlü delil olarak kabul edilir.
Tapu senedi ve Temlikname en kuvvetli delillerdir. Hüccet zilyetliğin hukuki kaynağını gösterir, Vakfiye vakıf mallarını düzenler, Tahrir Defterleri idari kayıt olup mülkiyet belgesi değildir.
Taşınmazın aynına ilişkin davalar kesin yetki gereği taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılır.
Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazı 20 yıl malik sıfatıyla davasız ve aralıksız zilyetliğinde bulunduran kişi, tescil talep edebilir. Osmanlı belgesi zilyetliği güçlendiren en önemli delildir.
Kadastro tutanakları kesinleşince 10 yıl içinde dava açılmazsa, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak iptal ve tescil davası açılamaz. Kamu malları ve tutanak düzenlenmeyen taşınmazlar istisnadır.
TMK m.1023 gereği tapu siciline güvenen iyiniyetli üçüncü kişi korunur. Bu durumda iptal- tescil değil, TMK m.1007’ye göre Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.