Depremler, doğal afetlerin en yıkıcı türlerinden biridir ve dünya genelinde milyonlarca insanın hayatını, malını ve canını etkileyebilir. Türkiye, özellikle fay hatları üzerinde bulunan bir ülke olarak, depremlerden ciddi şekilde etkilenebilmektedir. Bu sebeple, deprem sonrası zararların tazmini, sorumlulukların belirlenmesi ve mağdurların haklarının korunması için hukuk sistemi önemli bir rol oynamaktadır. “Deprem Hukuku” olarak bilinen alan, bu tür felaketlerde ortaya çıkan hukuki meselelerle ilgilenir. Bu makale, deprem hukukunun kapsamını, başlıca yasal düzenlemeleri ve depremzedelerin başvurabileceği hukuki yolları ayrıntılı bir şekilde incelemektedir.
1. Deprem Hukukunun Kapsamı ve Önemi
Deprem hukuku, depremler sonucu oluşan zararların tazmini, sorumlulukların belirlenmesi ve mağdurların haklarının korunmasına yönelik kurallar bütünüdür. Türkiye’de büyük depremler, hem kişisel hem de toplumsal anlamda ciddi kayıplara yol açmaktadır. Deprem sonrası oluşan hukuki sorunlar, genellikle şu başlıklar altında toplanabilir:
- Deprem sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi zararların tazmin edilmesi.
- Depremin etkilerinin azaltılması amacıyla alınması gereken önlemler ve sorumluluklar.
- Deprem riski taşıyan binaların inşa ve denetim süreçlerinde hukukî denetim.
- Sigorta ve tazminat hukukunun depremle olan ilişkisi.
Bu noktada, deprem hukukunun önemi, yalnızca deprem sonrasındaki tazminat talepleriyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda depreme dayanıklı yapılaşmanın sağlanması, yapı denetimlerinin etkin bir şekilde yapılması gibi proaktif düzenlemeleri de içerir.
2. Türkiye’de Deprem Hukukunun Temel Yasaları
Türkiye’de depremlerle ilgili hukuki düzenlemeler, hem özel hukuk hem de kamu hukukunu kapsayan bir yapıya sahiptir. Deprem hukukunun temelini atan başlıca yasalar şunlardır:
- 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK): Bu kanun, özellikle apartman ve site yönetimlerini ilgilendiren düzenlemeleri içerir. Deprem riski taşıyan binaların yönetimi ve bakımına yönelik hükümleri bulundurur.
- 6305 Sayılı Afet Sigortaları Kanunu (ASK): Türkiye’deki zorunlu deprem sigortasını düzenleyen bu kanun, deprem nedeniyle meydana gelen zararın sigorta şirketleri aracılığıyla karşılanmasına olanak sağlar.
- 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK): Deprem sonucunda kiracılar ve ev sahipleri arasındaki sözleşmelere yönelik düzenlemeler içerir. Ayrıca, zararın tazmini ve sorumlulukların belirlenmesine dair hükümler içerir.
- 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun: Deprem riski taşıyan yapıların dönüşümünü teşvik eden ve bu dönüşüm için gerekli hukuki çerçeveyi sunan bir düzenlemedir. Deprem sonrası bu tür dönüşüm süreçlerinin yönetilmesi önemlidir.
- Yangın Sigortası Genel Şartları: Deprem sırasında oluşan yangınlar ve bu yangınlardan kaynaklanan zararlar da sigorta kapsamına alınmaktadır.
3. Deprem Hukuku Kapsamında Tazminat Talepleri
Deprem sonrası mağdurların, oluşan maddi ve manevi zararlarını tazmin edebilmek için başvurabileceği farklı hukuki yollar bulunmaktadır. Deprem tazminat talepleri genellikle şu başlıklarda şekillenir:
- Maddi Tazminat: Depremin yol açtığı can ve mal kayıpları, tedavi giderleri, iş gücü kaybı gibi ekonomik kayıplar maddi tazminat olarak talep edilebilir. Bu tazminatlar, deprem sonucunda yaralanan kişilerin tedavi masrafları veya bir iş kazası sonucu gelir kaybını kapsar.
- Manevi Tazminat: Deprem nedeniyle ruhsal zarara uğrayan kişiler, manevi tazminat talep edebilirler. Özellikle yakınlarını kaybeden veya ağır bedensel zararlar gören mağdurlar, maddi kayıpların yanı sıra manevi zararlarını da hukuki yollardan tazmin edebilirler.
- Zarar Görebilecek Diğer Taraflar: Deprem sonucu zarar görenler yalnızca doğrudan mağdurlar olmayabilir. Deprem nedeniyle işletmelerin veya kiracının zarar görmesi durumunda da tazminat talepleri gündeme gelebilir. Ayrıca, binaların yapımında hata bulunan inşaat firmalarına karşı tazminat davaları açılabilir.
4. Deprem Sigortası ve Hukuki Sorumluluklar
Deprem sigortası, Türkiye’de 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu çerçevesinde zorunlu hale getirilmiştir. Sigortalı binaların deprem sonucu zarar görmesi durumunda, sigorta şirketleri bu zararları karşılamaktadır. Ancak, deprem sigortası poliçesinin kapsamı, binaların değerinin tam olarak sigortalanıp sigortalanmadığı ve sigorta şirketinin ödeme yükümlülükleri gibi birçok hukuki sorunu beraberinde getirebilir.
Bu sigorta türü, depremzedelerin mağduriyetlerini gidermek için önemli bir araçtır. Ancak, sigorta kapsamı dışında kalan zararlar, yine müteahhitler, inşaat firmaları, kamu görevlileri ve diğer sorumlular tarafından tazmin edilebilir.
5. Deprem ve Ceza Hukuku
Depremler, sadece maddi zarara yol açmakla kalmaz, aynı zamanda insan hayatını ve sağlığını da ciddi şekilde tehdit eden felaketlerdir. Türkiye gibi deprem riski yüksek ülkelerde, deprem sonrası oluşan zararın hukuki sonuçları, özellikle ceza hukuku açısından önemli bir yer tutar. Ceza hukuku, deprem felaketinin ardından ortaya çıkan sorumlulukları belirlerken, bu felaketlere yol açan ihmaller, hatalar ve kasıtlar üzerinden sorumluların tespit edilmesini sağlar. Bu makale, depremin ceza hukuku yönünden değerlendirilmesi, sorumlulukların belirlenmesi ve bu sorumlulukların cezai sonuçlarını ele alacaktır.
5.1. Deprem ve Ceza Hukukunun Bağlantısı
Depremler doğrudan doğal bir afet olsa da, bu afetlerin neden olduğu yıkımlar ve kayıplar, birçok durumda insanların ihmali, kasıtlı davranışları veya tedbirsizlikleri sonucu meydana gelir. Ceza hukuku, bu tür eylemleri hukuki açıdan değerlendirir ve faillerin cezai sorumluluğunu belirler. Depremin ceza hukuku yönünden incelenmesi, genellikle şu alanlarda yoğunlaşır:
- İnşaat sürecindeki hatalar ve ihmaller
- Deprem sonrası halk sağlığının ihlali
- Kamu görevlilerinin denetim görevlerini yerine getirmemesi
- Deprem nedeniyle oluşan ölüm, yaralanma veya maddi zararlarda sorumluluğun tespiti
5.2. İnşaatta Hatalar ve İhmaller
Depremlerden sonra binaların yıkılması ve insanlar üzerinde ciddi can ve mal kayıplarının yaşanması, genellikle inşaat sürecindeki hatalar, yanlış malzeme kullanımı, eksik denetimler ve yapıların deprem güvenliğine uygun olmaması gibi nedenlerden kaynaklanır. Ceza hukukunda, bu tür ihmallerin sorumluluğu, müteahhitler, mühendisler, inşaat denetçileri ve devlet yetkilileri gibi bir dizi farklı kişi ve kuruma aittir.
Bir yapının depremde yıkılması durumunda, suçluların sorumluluğu, “Taksirle Adam Öldürme” veya “Olası Kastla Adam Öldürme” suçları kapsamında değerlendirilebilir. Eğer yapı, yetersiz malzeme kullanımı ya da hatalı inşa edilmesi nedeniyle yıkılırsa, müteahhit ve sorumlu kişiler taksirle ölüme sebebiyet verme suçundan sorumlu tutulabilir. Ancak, yapıda kasıtlı bir hata varsa, örneğin malzeme kalitesinin kasıtlı olarak düşük tutulması gibi durumlarda, “Olası Kastla Adam Öldürme” suçundan söz edilebilir.
Yargıtay, deprem nedeniyle yıkılan binalarla ilgili suçları sıklıkla “Bilinçli Taksir” veya “Olası Kast” ile ilişkilendirir. Yani, yapıların inşa edilmesindeki eksiklikler, sadece dikkatsizlik ya da basit bir ihmal değil, aynı zamanda tehlikenin farkına varılarak bir “riskin kabullenilmesi” anlamına gelir. Yargıtay’ın deprem suçları ile ilgili yaklaşımına göre, yapının inşasında hataların hile ile gizlenmesi durumunda suç, “olası kast” ile işlenmiş sayılabilir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 06.04.2017 tarihli kararına göre, müteahhitlerin, depreme dayanıklı olmayan bir yapıyı bilerek inşa etmeleri ve hatalarını örtbas etmeleri durumunda, “olası kastla adam öldürme” suçundan sorumlu tutulmaları gerektiği vurgulanmıştır. Burada, müteahhitlerin bilinçli bir şekilde risk aldıkları, hatta bu riskin sonucu olarak insan ölümüne yol açtıkları kabul edilmiştir.
5.3. Kamu Görevlilerinin Görevini İhmal Etmesi
Depremin ceza hukuku yönünden değerlendirildiği bir diğer alan ise kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmemesi durumudur. Devlet, vatandaşlarını deprem risklerine karşı koruma ve zararı en aza indirme yükümlülüğüne sahiptir. Deprem riskine karşı alınan tedbirlerin, denetimlerin ve düzenlemelerin ihlali, kamu görevlilerinin cezai sorumluluğuna yol açabilir.
Kamu görevlileri hakkında, “Görevi İhmal” ve “Görevi Kötüye Kullanma” suçları söz konusu olabilir. Deprem riski taşıyan bölgelerdeki yapıların denetiminden sorumlu olan belediye, il özel idaresi veya diğer kamu kurumları, görevlerini yerine getirmediklerinde sorumlu tutulabilir. Bu tür ihmaller, deprem sonrası can ve mal kaybını artırabilir.
Ayrıca, kamu görevlilerinin, depreme dayanıklı binaların inşası için gerekli izinleri, ruhsatları ya da raporları verirken yasal olmayan yollara başvurmaları, örneğin rüşvet veya irtikap suçlarını gündeme getirebilir. Bu durumda, denetim mekanizmalarının işlevselliği de ciddi şekilde sorgulanır ve cezai sorumluluk doğar.
5.4. Depremin Yol Açtığı Can ve Mal Kaybı: Cezai Sorumluluk
Depremler, sadece maddi kayıplara değil, aynı zamanda insanların hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına yol açmaktadır. Ceza hukukunda, bir deprem sonucu meydana gelen ölümler ve yaralanmalar, eğer kusurlu bir davranış sonucu meydana gelmişse, cezai sorumluluğa neden olabilir. Bu bağlamda, taksirle ölüm veya yaralama suçları işlenmişse, failler cezai sorumluluk taşıyabilirler.
Taksirle öldürme suçunda, failin bir ihmali veya dikkat eksikliği nedeniyle bir kişinin ölümüne yol açması söz konusudur. Ancak failin böyle bir sonucun meydana geleceğini öngörmesine rağmen dikkatsizlikle hareket etmesi durumunda, ceza daha ağır olacaktır. Bilinçli taksir veya olasılıkla kast durumları, daha ağır cezalara neden olabilir.
5.5. Deprem Sonrası Hukuki Süreçler ve Şikayet
Depremde zarar gören kişiler, hem ceza soruşturması hem de tazminat talepleri açısından çeşitli hukuki yollara başvurabilirler. Depremin yol açtığı ölümler, yaralanmalar ve maddi zararlar için mağdurlar, Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunabilirler. Bununla birlikte soruşturma konusu eylemler şikayete tabi olmadığı için savcılık re’sen soruşturma yürütebilir. Her halükarda bu suç duyuruları, sorumluların cezai sorumluluklarını belirlemek amacıyla önemli bir adım teşkil eder.
6. İdare Hukuku Yönünden Deprem Sorumluluğu
Devlet, depremin öncesinde ve sonrasında önemli sorumluluklar taşır. Anayasa’nın 56. maddesi, devletin sağlık, güvenlik ve yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü içerir. Bu bağlamda, deprem bölgelerinde devletin sorumluluğu, hem önleyici tedbirler almak hem de afet sonrası iyileştirici faaliyetlerde bulunmak açısından geniştir.
Devletin sorumlulukları şu şekilde özetlenebilir:
- Kaçak Yapılaşmanın Engellenmesi: Deprem riski taşıyan bölgelerde kaçak yapılaşmanın önlenmesi devletin sorumluluğundadır. Bu, yapılaşmanın deprem güvenliğini sağlayacak şekilde yapılmasını ve denetlenmesini kapsar.
- Riskli ve Sağlıksız Yapıların Tespiti ve Yıkımı: Depremde yıkılması muhtemel veya tehlikeli olan binaların derhal yıkılması ve bu binaların tahliye edilmesi devletin sorumluluğundadır.
- Kentsel Dönüşüm Uygulamaları: Deprem riski taşıyan yerleşim yerlerinde kentsel dönüşüm projelerinin hayata geçirilmesi de devletin yükümlülüğüdür.
- Yapılaşmanın Engellenmesi: Deprem riski yüksek olan bölgelerde yeni yapıların inşa edilmesini engellemek ve mevcut yapıları güçlendirmek de devlete ait bir sorumluluktur.
Bu sorumluluklar, devletin hem proaktif hem de reaktif olarak hareket etmesini gerektirir. Devletin pozitif yükümlülüğü, yaşam hakkının korunmasını ve felakete karşı gerekli önlemlerin alınmasını sağlar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi, devletin yaşam hakkını koruma yükümlülüğünü pozitif olarak belirler. Bu bağlamda, devlet sadece depremden sonra değil, depreme karşı alacağı tedbirlerle de yaşam hakkını ihlal etmeme yükümlülüğüne sahiptir.
6.1. Devletin Depremin Mücbir Sebep Olduğuna Yönelik Savunması
Deprem gibi doğal afetler, mücbir sebep olarak kabul edilen olaylar arasında yer alır. Mücbir sebep, hukuki anlamda, bir tarafın kusursuz bir şekilde yerine getirmesi gereken yükümlülüğünü yerine getirememesi durumunda sorumluluktan kurtulmasına olanak tanıyan bir durumdur. Ancak, mücbir sebep idaresinin sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, özellikle deprem gibi önceden öngörülebilir afetlerde daha karmaşık bir hal alır.
İdarenin depremin mücbir sebep olduğunu ileri sürmesi, her durumda geçerli olmayabilir. Mücbir sebep savunmasının geçerli olabilmesi için, olayın öngörülemez, dışsal ve karşı konulamaz olması gerekir. Türkiye’nin çoğu bölgesi deprem kuşağında yer aldığından, deprem riski ve deprem olasılığı idarenin bilmesi gereken bir durumdur. Bu nedenle, idarenin depremi mücbir sebep olarak kabul etmesi her zaman mümkün olmayabilir.
Danıştay 11. Dairesi’nin 20.06.2007 tarihli kararı, depremin mücbir sebep olarak kabul edilemeyeceğini ortaya koyan önemli bir içtihattır. Kararda, deprem kuşağında yer alan bir bölgede, depremin meydana gelmesi ihtimalinin biliniyor olması sebebiyle, idarenin bu durumu göz ardı ederek gerekli önlemleri almaması, zararın oluşumunda idarenin hizmet kusurunun bulunmasına yol açmaktadır. Bu durumda, mücbir sebep savunması kabul edilmez ve zararın oluşumunda idarenin sorumluluğu değerlendirilir.
Danıştay’ın verdiği karar, depremin mücbir sebep olarak kabul edilip edilmemesi konusunda önemli bir hukuki tartışma yaratmaktadır. Karara göre, deprem kuşağında yer alan bölgede, depreme karşı alınması gereken tedbirlerin yerine getirilmemesi, idarenin kusuru olarak kabul edilmektedir. Burada önemli olan nokta, deprem gerçeğinin bir veri olarak alınması ve bu veriye dayanarak yerleşim alanlarının belirlenmesi, yapılaşmanın denetlenmesi gibi süreçlerin doğru bir şekilde işlenmesidir. Eğer idare, bu konuda gereken önlemleri almamışsa, mücbir sebep savunması geçerli olamaz.
Danıştay, zararın idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını ve depremin bu kusurun sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını belirtmiştir. Deprem her ne kadar doğal bir afet olsa da, devletin sorumluluğu, depremin etkilerini azaltacak şekilde gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda ortada hizmet kusuru bulunduğunu kabul etmektedir.
Sonuç
Deprem, doğal afetler arasında en yıkıcı etkiler bırakan ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde büyük can ve mal kayıplarına yol açabilen bir olaydır. Türkiye gibi deprem kuşağında bulunan bir ülkede, depremin hem öncesi hem de sonrası için idarenin sorumluluğu son derece büyüktür. İdare, deprem öncesinde alınacak önlemlerden, deprem sonrası kriz yönetimine kadar pek çok sorumluluğa sahiptir. Bu bağlamda, idarenin sorumluluğu yalnızca afet anında gösterdiği müdahaleyle sınırlı kalmamalı; aynı zamanda deprem riskini önceden belirleyip, olası kayıpları en aza indirecek önlemler alarak, toplumu bilinçlendirmeyi ve riskleri yönetmeyi de içermelidir.
Anayasamız ve uluslararası sözleşmeler, devletin vatandaşlarını doğal afetlere karşı koruma yükümlülüğünü açıkça belirtmiştir. Deprem gibi büyük felaketlerde devletin sorumluluğu sadece can ve mal kaybını engellemeye yönelik değil, aynı zamanda afet sonrası yeniden yapılanma süreçlerinde de etkin bir rol oynamayı gerektirir. Ayrıca, idarenin sorumluluğu, mücbir sebep savunmasından bağımsız olarak, deprem kuşağında yer alan bölgelerde bu tür felaketlerin öngörülebilirliği ve önlenebilirliği göz önünde bulundurularak belirlenmelidir.
İdare, depreme karşı alınacak tedbirler ve afet yönetimi konusunda etkin bir yaklaşım sergileyerek, toplumun güvenliğini sağlayabilir ve afetlerin olumsuz etkilerini minimize edebilir. Bu noktada, hukuki sorumluluklar ve tazminat mekanizmaları da önemli bir yer tutar. Sonuç olarak, depremde idarenin sorumluluğu yalnızca fiziksel müdahalelerle sınırlı olmayıp, aynı zamanda toplumsal güvenliğin sağlanması, adil bir tazminat sisteminin oluşturulması ve gelecekteki afetlere karşı hazırlıklı olunması gerektiğini vurgular.